Kırmızıköprü ve köy tabelaları -COLLAGE

ASKİREGLİ  GÖZÜYLE  KIRMIZIKÖPRÜ

MEHMET GALİK

Soldan sağa: Musa Ateş, Kemal Arslan ve eşi, Hıdır Doğan. Orta sıra: Binali Doğru, Kalik Kırıkkaya, Hatice Galik. En üst sıra: Ali Yıldız, Gülizar İlter, Fatma Senik ve Melek Kırıkkaya (Fotoğraf: Fatma Senik arşivi), Kocatepeli Şükrü Karadağ

Annem Melek Kırıkkaya (1916-2020) Akdik (Aynıge)  köyündendi. Bu nedenle oralardan bize çok misafir gelirdi. Gelenler doğal olarak kendi köylerinden ve civar köylerden bahsederlerdi. En çok duyduğumuz,  Akdik (Aynıge),  Yamaçlı (Sırnas),  Mezra (Mazra),  Kırmızıköprü (Pırdosür)  gibi köy adlarıydı.

Pülümür Akdik köyünün ünlü taş ustası Musa Ateş (1932-2021) Fotoğraf: Hayri Dalkılıç arşivi

Evimizde dayım Musa Ateş’in (1932-2021)  yaşadığı Akdik  köyünü saymazsak, konuşmalarda en çok Kırmızıköprü adı geçerdi.  Kırmızıköprü, çok sayıda köyün Erzincan ve Tunceli’yle bağlantısını sağlayan  kara yolu üzerindeydi.

Çocukken Kırmızıköprü adı hep dikkatimi çekerdi. Orada bir köprü olduğunu ve üstünün kırmızı toprakla örtülü olduğunu,  adını da bu renkten aldığını  hayal ederdim.

PÜLÜMÜR ORTAOKULU YOLUNDA KAMYONLA İLK TANIŞMA

Soldan sağa: Gülizar İlter, Fatma Senik ve Melek Kırıkkaya (Fotoğraf: Fatma Senik arşivi)

1963 yılında Kocatepe Köyü İlkokulunu bitirdim. Aynı yıl Pülümür Ortaokuluna kaydoldum. Bir sonbahar sabahı okul açıldığında erkenden babam Kalik Kırıkkaya (1913-25.09.2000) ve birkaç köylümüzle birlikte Kırmızıköprü’ye hareket ettik. Azgulere tepesini aştığımızda güneş ışınları dağların ardından yeni görünüyordu. Mezra Köyü Mezarlığına vardığımızda aşağıda  coşkun akan bir çay ve çaya paralel kara yolu uzanıyordu. Bu, Pülümür Çayı’yla ilk tanışmamdı. Yoldan geçen kamyonların gürültüsü bize kadar ulaşıyordu. Bu sesi  ilk defa duyuyor,  yoldan geçen araçları  ilk olarak görüyordum.

Kamyon ve otomobiller, o zamana kadar ders kitaplarında birer fotoğraftan ibaretti.

Kalik Kırıkkaya (1913-2000)

KIRMIZIKÖPRÜ’DE HAYAL KIRIKLIĞI

Pülümür Kırmızıköprü köprüsü

Kırmızıköprü’ye vardığımızda köprü konusunda hayal kırıklığına uğradım. Köprü vardı, fakat üzerinde değil kırmızı toprak, toprak bile yoktu. Yan yana uzatılan iki ağaç üstüne, rahat yürünsün diye tahta çakılmıştı. Bir tarafında, tutunduğumuzda sallanan bir korkuluk vardı. Özellikle bazı kadınlar geçerken korkardı. İlk geçişimde köprü benim için de tehlikeli gibi görünmüştü. Tahtaların arasından coşkulu akışı görünen suya bakmadan dikkatli bir şekilde ilk geçişimi yaptım. Kırmızıköprü, bizim köye göre kalabalık görünüyordu. Dükkânlara giren çıkan çok sayıda insan vardı. Hâlâ karşı yoldan katırlarıyla birlikte insanlar geliyordu. Çayın iki tarafında at ve katırlar ağaçlara bağlanmıştı. Hayvanlar, boyunlarına asılı yem torbalarından besleniyordu. Bazı hayvanlar ise yerdeki otları yiyordu.

Pülümür Kırmızıköprü

Kafilemizle bir kahvehanede oturduk. Bir taraftan çaylarımızı içerken, büyükler, kahveci ve bizden önce  gelen yolcularla sohbet ediyordu. O arada korna sesi duyduk. Bu, Pülümür-Erzincan yönüne hareket edecek otobüsün kalkış saatini haber veriyordu. Çok sayıda insan hareketlendi. Babamla birlikte kahvehaneden çıkıp otobüse doğru yürümeye başladık.

İşte bu  benim Kırmızıköprü’deki ilk günümdü.

Pülümür Kırmızıköprü

SANKİ BİR KOVBOY KASABASI

Günümüzde Kırmızıköprü’ye, asfalt yoldan,  araçlarla rahat ulaşılabiliyor. . Kara yolu yapılıncaya kadar ulaşım yaya, at ya da katır gibi binek hayvanlarıyla sağlanırdı. Kestirme yol,  Kovuklu  (Harşiye) köyünün altından geçiyordu.

Azgulere yokuşunun sonunda, zirveye yakın yerde bir çeşme vardı. Orada biraz soluklanıp   susuzluğumuzu giderdikten sonra yola devam ederdik.  Çeşmeden  Kırmızıköprü’ye kadar yol inişliydi. Bazı atlılar, inişte, atından iner yaya yürürdü.

Boğalı’dan (Zımage) gelen yolcular da kendi köylerinden itibaren bizim geçtiğimiz yolu kullanırdı. Dağbek, Karagöz (Gurık), Çakırkaya (Pancılas) ve  Kovuklu (Harşiye) gibi köylerin yolu da Azgulere tepesinde bizim yolumuzla kesişiyordu. Kırmızıköprü, Amerikan kovboy filmlerindeki kasabalara benziyordu.

Pülümür Çayı, ilkbaharda coşkulu akardı. At ve katırları sudan karşıya geçirmek mümkün olmuyordu. Bu nedenle, çayın her iki yakasında, boynunda yem torbaları,  binek hayvanları bağlı olurdu. Hayvan sahipleri alışveriş yaparken, onlar yeniden başlayacak yorucu dönüş yoluna dayanabilmek için karınlarını doyururdu. Hayvanlarına yem getirmeyi unutanlar ya da işi uzayanlar, bazen başka hayvanların yemini kendi hayvanlarına verirdi.

Pülümür Kırmızıköprü (Fotoğraf: Ekrem Arslan arşivi)

KIRMIZIKÖPRÜ DÜKKÂNLARI, KAHVEHANELERİ, OTELLERİ, LOKANTALARI

Kırmızıköprü’nün dükkânları, arkasını dağın yamacına yaslamış, bir ya da iki katlı binalardan oluşuyordu. Her binada bir bakkal ve bir kahvehane vardı. Bazı binalarda lokanta, bazılarında ise otel  işletiliyordu. Bakkallarda kuru gıda başta olmak üzere, lastik ayakkabılar, giyim eşyası, yorgan-döşek yüzü, çivi vb.  nalbur malzemeleri satılırdı. Bakkallarda bardak vb. züccaciye ürünleri de bulundurulurdu.

Kahvehane sayısı fazlaydı. Kırmızıköprü, Trabzon’u Adana’ya bağlayan kara yolunun üzerindeydi. Yol, 1990 yılına kadar çok işlekti. Otel ve lokantalar,  kasabanın  ihtiyaçları doğrultusunda hizmet vermekteydi. Kırmızıköprü’nün en az dört oteli vardı. Lokantalarda, çorba ve  güzel yemekler yapılırdı. Lokanta yemeği, bana ev yemeklerinden daha lezzetli gelirdi. Bir kişi, kahvehanenin birinde  berberlik yapıyordu. Kahvehanenin bir köşesine koyduğu sandalyeye müşterisini oturturdu. Soba üzerinde ısınan suyla fırçasını köpürtür, tıraşa başlardı. Kahvehanenin zemini topraktı. Berber, kirli suyu toprak zemine serperdi. Tıraş olan müşteri dışarıdaki çeşmede yüzünü yıkamaya giderdi. Tıraş böylece tamamlanmış olurdu.

SEMERCİ DÜKKÂNI

Semerci dükkânı vardı. Usta ürünü semerler üretilirdi.  Her tür semer ustalıkla yapılırdı.Hatta isteyenler,  palan bile yaptırıyordu. Dükkânda ip çeşitleri,  zincirler ve  yularlar vardı. Köyümüzde hayvan nallayan kimse yoktu. Bu işi Kırmızıköprü’deki nalbantlar yapardı. Adını en çok duyduğumuz nalbant Qemere Nalbent’ti (Kamer Canpolat). Aliye Gulavi (Ali Canpolat), katırıyla köylere yük ve insan taşırdı. Onun katırı o zaman taksi işlevi görüyordu.

OTEL PEKİN VE YOLDAŞ ÇAYEVİNE 12 EYLÜL AYARI

Kırmızıköprü esnafı,  dükkânlara isim olarak genelde kendi soyadını vermişti. Otel Pekin ve Kıraathanesi, Erginoğlu Çay Evi ve Bakkaliyesi, Otel Fırat  bunlardan birkaçıydı. Otel Pekin ve Kıraathanesi ile Yoldaş Çayevi adları, 12 Eylül’den sonra  sildirilmişti! Pekin, Çin’in başkentinden dolayı; Yoldaş da devrimcilerin kullandığı kelime olduğu gerekçesiyle komutanlar tarafından sakıncalı bulunmuştu.

Ali (Hıdır) Pekin (1936-2014). Sıkıyönetim, adını taşıyan otel ve çayevindeki Pekin adını, Çin’in başkenti olduğu iddiasıyla sildirmişti! (Fotoğraf: Hüseyin Dalkılıç arşivi)

Kocatepe köylüleri, genelde  Ali (Hıdır) Pekin (1936-2014) ve Kitapçı Musa’dan (Musa Aslan, 1930) alışveriş yapardı. Ali Pekin’in dükkânı, köprünün tam karşısındaydı. Pekin Bakkalı, Pülümür yönünde, en baştaydı.  Köprüye yakın olduğundan, hemen herkesin uğrak yeriydi. Ali Pekin’in, halkla diyaloğu çok iyiydi. Hayvanlarını yükleyen ya da yük indiren köylülere yardım etmekten çekinmezdi. 

Kırmızıköprü esnafı, kirve olsun ya da olmasın, müşteriye ‘kirve’ diye hitap ederdi. Esnaf, bu hitapla, müşterinin gönlünü kazanırdı.

Musa Aslan (1930)

1963’te Pülümür Ortaokulunu başladım. Bu tarihten sonra Kırmızıköprü’ye çok yolum düştü. Kırmızıköprü’den Pülümür’e yüklü kamyon kasalarında defalarca yolculuk yaptım. O yıllarda çevre köylerle Kırmızıköprü’yü birbirine bağlayan yolların yapımına başlandı. Nihayet, adını köprüden alan bu kasabaya   atların ve arabaların geçebileceği beton bir köprü inşa edildi. Bu köprü 1980 yılında sele yenik düştü. Kırmızıköprü bir süre daha asma köprüye mahkûm oldu, ardından yeni köprü hizmete sunuldu. İkinci köprü, bazı onarımlarla ayakta kalmaya devam ediyor.

KIRMIZIKÖPRÜ’YE, ADINA YAKIŞIR BİR KÖPRÜ

Şimdi bile hayal ederim. Bu köprü, kırmızı bir mozaikle kaplansa daha iyi olmaz mı? ‘90’lardan sonra çevre köyler boşaltılınca Kırmızköprü esnafının işleri bozuldu. Burayı ilk terk eden esnaf, ‘80’li yılların başında Ali  Pekin oldu.   Yerini Ali Yıldız’a devretti. Kocatepe köylüsü, Ali Yıldız’ın da sadık müşterisi olmaya devam etti.

Ali Yıldız, Ali Pekin’den devraldığı bakkal, kahvehane ve oteli başarıyla işletti

Kırmızıköprü ve çevre köylerde çayırlık alanlar yetersizdi. Bu nedenle hayvanları özellikle kışın beslemek zordu. Kocatepe ve  Kocatepe’ye bağlı  Dağ Mezrası (Mazrakoy/Sarıgül) köyünde çayır çoktu. Kış ne kadar uzun olursa olsun yem sıkıntısı olmazdı. Kırmızıköprü ve Mezra gibi yakın köylerde yaşayanlar, katır ve atlarını kışın beslemek için Sarıgül köyüne götürürdü. Bu iş Sarıgül köylüleri için önemli bir gelir kaynağıydı.

Kamer Canpolat (sağda) torunu Hüseyin Canpolat’la

Mezra köyü, Kırmızıköprü’ye çok yakındır. Mezra adı bize Kırmızıköprü’yü hatırlatırdı. Kırmızıköprü de Mezra’yı.  Bize göre Mezra’nın en önemli kişisi Qemere Sadık’tı (Kamer Canpolat). Onu anmadan olmazdı. Bazen köyünü onun adıyla anardık. “Hangi Mezra?” diye sorulduğunda: “Mazra Qemere Sadık” denirdi. Şakacı ve hoş sohbet biriydi. Herkes huyunu bildiğinden şakalarına kızmazdı. Bir yıl katırını, kışı geçirmek üzere Sarıgül köyünden Nesemi Şirin adlı köylüye besiye verir.  Mart ayı sonunda teslim almaya gidince şok olur. Hayvan bir deri bir kemik kalmış. Bu durumda bile şaka yapmaktan geri durmaz. “Nesemi, katıra ne güzel bakmışsın, neden bu kadar zahmet ettin” der.  Nesemi Şirin,  “Qemer Ağa, her gün bir bağ yonca veriyordum, ama hayvanın dudakları yara olmuş olacak ki yemiyordu.” Qemere Sadık, “Bilmez miyim, senin suçun yok, suç yemeyen katırda.” demeyi ihmal etmez.

Hatice Galik, Pülümür Kocatepe köyünde

MEHMET ÇALIŞKAN BOĞULMAKTAN NASIL KURTULDU

Kırmızıköprü’de yüklü hayvanların geçebileceği bir köprü olmadığı zamanlarda suya düşüp boğulanların olduğu biliniyor. Pülümür  Gökçekonak (Tosniye) köyünden  (Seyit) Hasan Esen’in oğlu (Seyit) Hıdır Esen, tahminen 1955 yılında suya düşerek boğulmuştu.  Hıdır Esen, ahşap köprüden suya düştüğünde 10  ya da 11 yaşlarında olmalıydı. Seyit Hıdır’ın köprüden düşüşüne tanıklık eden Pülümür Mezralı Ali Canpolat (1934-2018), olaydan büyük acı duymuştu. Pülümür Gökçekonaklı Seyit Hıdır Esen’in cansız bedeni Pülümür Çayı’nda yaklaşık 60 km sürüklenmişti. Aktuluk (Türüşmek) köyü yakınlarına kadar sürüklenen cansız bedene on gün sonra ulaşılabilmişti.

Pülümür Mezralı Ali Canpolat (1934-2018), Hıdır Esen’in Pülümür Çayı’ndaki çığlığını unutamadı (Fotoğraf: Hüseyin Dalkılıç arşivi)

Kırmızıköprü’de,  Pülümür Çayı’na düşüp  boğulmaktan son anda kurtulan şanslılar da vardı. Bunlardan biri de  Kocatepe’den (Askireg) Mehmet Çalışkan‘dı. Çalışkan, Pülümür Çayı’nda ölümden nasıl kurtulduğunu  şöyle anlatıyor:

Mehmet Çalışkan, Pülümür Kırmızıköprü’de boğulmaktan son anda kurtulan şanslılardan

“1960 yıllarının başıydı. Marshall Planı çerçevesinde okulumuza haftada bir çuval süt tozu veriliyordu. Millî Eğitim, bunu Kırmızıköprü’ye gönderiyor, köyden de birisi gidip getiriyordu. O hafta, sütü almaya beni gönderdiler. Bir grup köylüyle birlikte sabah erkenden Kırmızıköprü’ye vardık. Atların geçebileceği köprü olmadığından, dere kenarında hayvanlarımızı bağladık. Yem torbalarını boyunlarına astık. Dükkânların olduğu tarafa geçmek üzere asma köprüye yönelmiştim ki, bizden önce gelmiş olan Hıdır Doğan karşıdan bana bağırarak ‘Benim ata bin öyle gel, burada fazla yük var’ dedi. Ben, coşkuyla akan suya korkuyla baktım ‘Yapamam Hıdır ağabey, su bizi götürür’ dedim. O, ısrarla ‘Korkma, su atı götüremez’ dedi. Ben de ısrara daha fazla dayanamadım, ata binip suya girdim. Daha yarıya gelmiştim ki su atın karnına ulaştı. At, suya daha fazla dayanamadı, devrildi ve suya kapıldık. Kıyıya doğru sürüklendiğimizi anlayınca tutunacağım bir söğüt kollamaya başladım. Fazla su yutmadan bir ağaç dalına temas ettiğimi fark edince hızla dala yapıştım ve kendimi kıyıya çektim. Sudan çıktığımda şoka girmek üzereydim, tüm vücudum titriyordu. Saatler sona kendime gelebildim.”

Hıdır Doğan, atının Pülümür Çayı’na yenik düşebileceğini aklından bile geçirmemişti

Kırmızıköprü ile Kocatepe köyü arasında  araba yolu yapılıncaya kadar ulaşım atlı veya yaya devam etti. Atlı ulaşım, can güvenliği tedbirleri alınmadığında,  örneğin ürkek atlar kullanılırsa ve yollar hayvanların rahatça geçebileceği şekilde geniş olmazsa tehlikeli olabiliyordu. Nitekim bazı kazalar oldu ve bunlardan ikisi ölümle sonuçlandı.

Bu üzücü kazalardan biri, genç bir kadının feci şekilde ölümüyle sonuçlanmıştı.

MEZRA’DA ATIN SÜRÜKLEDİĞİ ELİF AYKUT’UN FECİ ÖLÜMÜ

Elif ile Hasan Aykut 1967 yılında evlenmişti. Hasan Aykut, bekârken gittiği İstanbul’da  iş bulmuş ve geçinebilecek bir düzen kurduğundan aynı yıl eşini de alıp İstanbul’a yerleşmişti. Elif, İstanbul’a bir türlü ısınamamıştı. Yaz gelince eşinin de onayı ile birkaç aylığına köydeki anne ve babasının yanına gelmişti.  Sonbaharda, büyük şehirlerden yazı geçirmek için köye gelenler dönmeye başlamışlardı.

Bir sonbahar günü şafak sökünce bir grup Sarıgül köylüsü Kırmızıköprü’ye hareket eder.   İçlerinde Elif, kaynı Hüseyin Aykut ve kayınpederi Apo Rıza da vardır. Elif’e bir at ayarlanır. At ürkektir,  ama Hüseyin Aykut kendine güvenir, Elif at üstünde olduğu müddetçe yuları sımsıkı tutabileceğine inanır. Elif’in bacakları sallanmasın diye ipten üzengi yapılır,  palanın üstüne yumuşak bir minder bağlanır.  Görünüşe göre Elif konforlu bir yolculuk yapacaktır.

Yusuf Bayar, genç kadın Elif Aykut’u Mezra köyünde ölüme sürükleyen atı dizginleyememenin acısını yaşadı

Grup neşe içinde yola devam eder. Azgulere tepesi aşıldığında, grubu  sabah güneşi karşılar.. Havada rahatlatıcı bir serinlik vardır. Şakacı Yusuf Bayar, İstanbul yolcularına takılarak, “Bu güzel havayı içimize çekelim iyice, İstanbul’da bunu bulamayız” diye takılır. Şüphesiz içlerinden en mutlusu Elif’tir. Üç aydır ayrı kaldığı evine ve eşine kavuşacaktır. En geç bir sonraki gün öğlene kadar evinde olacaktır.

Kafile neşe içinde Mezra’da Kamer Yaman‘ın evinin önüne kadar gelir.  Çeşme başında ayak üstü  mola verilir.  Susayan bazı yolcular su içer.  O sırada at birden ürker.  Yuları elinde tutan Hüseyin Aykut ve yardıma koşan Yusuf Bayar, atı zapt edemez. At şaha kalkınca Elif düşer, ama ayağının biri ipten üzengiye dolanır ve terkide asılı kalır. At,  kendisini tutanların elinden kurtulur. Kırmızıköprü’ye doğru dörtnala koşmaya başlar. Dört nala koşan at, Elif’i de beraberinde sürükler. Genç ve güzel Elif için umutlar tükenir.  

Mezra köyünden Kamer Yaman (1936-2016)

At, ayağı üzengiye dolanan  Elif Aykut’u Kırmızıköprü’nün köprüsüne kadar sürükler. Köprünün başında toplanan Kırmızköprülüler, atı güçlükle durdurur.  Elif’in cansız bedeni attan indirilir. Atı durduranlardan biri de Mezra köyünden Hasan (Hüseyin) Fırat’tır (Wuşene Memed).

Elif Aykut’un atı, Pülümür Mezra köyünde Kamer Yaman’ın evinin önündeki çeşmede ürkmüş, Kırmızköprü’de güçlükle durdurulabilmişti (Fotoğraf; Ahmet Yaman)

KEMAL ARSLAN ÇEMESOL’DA NASIL BOĞULDU

Kemal Arslan ve eşi (1981 yılında Çemesol’un azgın sularına kapılmış, iki ay sonra cansız bedenine ulaşılmıştı)

Kemal Arslan (Seyqemal) köyde sevilen ve sayılan bir insandı. Her yaştan insanla kolay diyalog kuran, hoş sohbet birisiydi. Kitap okumayı severdi. Evinde küçük çapta da olsa bir kütüphanesi vardı. Tek kusuru, kendi aile fertlerini biraz aşırıya kaçacak şekilde sertlikle disipline etme çabasıydı.  

1981 yılı mayıs ayının ortalarıydı. Kemal Arslan’ın Kırmızıköprü’de işi için katırını hazırlar.  Sabah erkenden katırını palanlar.  Kıldan iki çuvalını iple palanın üstüne bağlar ve  besmele çekerek evinden ayrılır.  Güneş daha doğmadan, Kocatepe köyü suyu ile Pancilas suyunun nispeten düz bir kenarına gelir. Buradan defalarca geçmiştir. Ne var ki, gece yağan yağmur nedeniyle çoğalan sudan  ve bu suyun dere yatağında açtığı yeni bir çukurdan habersizdir.  Katır da çukuru fark edemeyip tökezleyince, üstündeki binicisiyle birlikte suya kapılır. Katır,  100 veya 150 metre sonra  sudan çıkar, ama Kemal Arslan için bu mümkün olmaz.

KEMAL ARSLAN’IN CANSIZ BEDENİNİ BİNALİ DOĞRU BULDU

Pülümür Akdik/Şihan köyünden Binali Doğru, Kemal Arslan’ın cansız bedenini bulduğunda 13 yaşındaydı

Az ileride Kocatepe (Askireg) köyünün deresiyle birleşerek koca bir nehre dönüşen Çemesol Çayı, cansız bedeni,  Akdik/Şihan köyüyle Hınzori/Xınzori köyünü birbirine bağlayan köprünün  aşağısında bir kayaya takılır.  Talihsiz köylü, tüm aramalara rağmen bir türlü bulunamaz.  Acı gerçek,  52. gün ortaya çıkar.  Akdik/Şihan köyünden 13 yaşındaki  Binali Doğru, kayaların arasına sıkışan cansız bedene rastlar ve hemen köye haber verir.  Kemal Arslan,  Akdik/Şihanlı köylülerin çabasıyla sudan çıkarılır ve köyünde toprağa verilir.

HASAN BİLGİN’İN (PİR BABA)  KALP KRİZİ GEÇİRMESİ

Kırmızıköprü Kocatepe yolunda bir ölüm olayı da kalp krizi sonucu yaşanmıştı.  1990’larda Kocatepeli her ailenin bir veya birçok çocuğu batıya taşınmıştı. Köyde kalanların  bazıları kışın başında gurbetteki kardeşlerini veya çocuklarını bir müddet için ziyaret eder, en geç kış ortasında köye dönerdi. Karlı ve soğuk bir kış günü Kırmızıköprü’den bir grup Kocatepeli köylerine doğru hareket eder.  Kışın yaya yürümek zordur. Yağışlı günlerde yürümek zor ve tehlikelidir.  Grubun içinde Ankara’daki çocuklarını ziyaretten dönen, Pir Baba adıyla tanınan Hasan Bilgin de vardır. Pir Baba, grubun en yaşlısıdır. Diğerlerinden bazıları Erzincan’a veya Pülümür’e iş için gelip dönenler, bazıları da İstanbul veya Ankara’dan akraba ziyaretinden gelenlerdir.

Hasan Bilgin’in (Pir Baba) kalbi soğuk havaya dayanamadı

Grup, Kovuklu’ya (Harşiye) vardığında artık güneş batmakta,  hava daha çok soğumaktadır. Kocatepelileri görenler, artık geç kaldıklarını ve Harşiye’de misafir olarak kalmalarını, sabah evlerine gitmelerini önerir.

Kısa bir tartışmadan sonra  Boğalı (Zımage) köyünde misafir olmaya karar verilir ve yola devam edilir. Harşiye’den epeyce uzaklaşmış,   Boğalı’ya  bir adım daha yaklaşmışlardır. Grubun ortasında yürüyen Hasan Bilgin, birden karları üstüne yığılıverir.  Herkes başına toplanır. Kaldırmaya çalışırlar, ama tüm çabalar boşunadır. Yere yığılan Bilgin,  bir türlü kendine gelemez. Bu arada epey zaman geçmiş,  hava kararmaya başlamıştır. Hasan Bilgin’den umut  kesilir.  Neşe içinde köye yürüyen grup şok olmuştur. Kimsenin, cenazeyi yakındaki Boğalı’ya taşıyacak gücü kalmamıştır. Bağırarak köyden yardım isterler. Oradan gelenlerin yardımıyla Hasan Bilgin’in (Pir Baba) naaşı Boğalı’ya taşınır.  Ertesi gün Kocatepe’de toprağa verilir.  

PÜLÜMÜR KIRMIZIKÖPRÜ VE KOCATEPE KÖYÜNDEN FOTOĞRAF KARELERİ

Kırmızıköprü’de kış (Fotoğraf: Musa Demirtaş)
Pülümür Kırmızıköprü’nün yıkılan ortaokulu (
Pülümür Kırmızıköprü’de yaklaşık 30 yıl önce askerler tarafından yapılan asma köprünün onarıma ihtiyacı var
Pülümür Kocatepe köyünde katırını otlatan çocuk
Pülümür Kırmızıköprü

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir