SITKI AY
(EMEKLİ ÖĞRETMEN)
1973 yılında görevli olduğum İmralı Yarı Açık Cezaevinde çalışmalar 08.00-18.00 saatlerinde yapılırdı. Akşam saat 20.00’de sayımları yapılan hükümlülerin koğuş kapıları kapanır, yaz akşamları ve gecelerine hasret kalırlardı. Benim çalışma zamanım, Pazar günü dışında, her gün 18.00-20.00 saatlerindeydi.
Öğrencilerim, dinlenmeden sınıfa gelirlerdi. Derse başlama saatinin 16.00’ya alınması için Cezaevi Müdürlüğüne yazılı başvuruda bulundum. Cezaevi Müdürü (Mümessili) Savcı Cahit Özdikiş’ti. Başvuruma cevap vermeyen müdür, “Bu öğretmen değişik bir kişiliğe sahip. Ne yapmak istiyor, anlayamıyorum,” demiş.
Müdür Bey’in tespiti doğruydu!
Bu tespit ilk değildi.
Adada futbol, voleybol maçları yapılırdı.
Maçlar ilgiyle izlenirdi. Fotoğraftaki takım, konuk takıma karşı yenildi. Kaptan ceza aldığından, takımdaki oyuncu sayısı, 11’den 10’a düşmüş, ama ben dâhil, kimse farkına varamamış! Gülhane Parkı’ndaki Ceviz Ağacı misali. Ceza, işin kolayıydı. Takım kaptanlığı benim kararım üzerine değiştirildi.
Cezaevinde, Nöbetçi Amirliği görevi vardı. Bu görevi, haftada iki gün ben yürütüyordum. Ada cezaevinde sorumluluğu ağır bir görevi içeriyordu. Erzak deposu içler acısı durumdaydı, çevreye yayılan kokular bile durumu anlamaya yeterliydi.
220 UYUŞTURUCU BAĞIMLISI!
Adadaki hamam kapalıydı. Hükümlüler çamaşır ve beden temizliğini deniz suyuyla yapardı. İstanbul’dan, adaya gidiş-gelişler, Pazartesi ve Perşembe günleri vapurla yapılmaktaydı. Ziyaretçiler çok sıkı kontrole tabi tutulurdu. Buna rağmen uyuşturucu maddeler adadan eksik olmazdı. Hükümlülerin sicilinden, 220 uyuşturucu bağımlısının olduğu anlaşılıyordu. Bu uyuşturucu pazarının kimler tarafından yönetildiğini anlamak, mümkün değildi. Karşılıklı ithamlar yapıldığı hâlde değişen bir şey olmazdı.
CİNAYET HÜKÜMLÜLERİ, ÖZEL KORUMAYDI
İmralı’da görev yapan personelin özel korumaları vardı. Müdürlüğün korumaları Kürt kökenli hükümlülerden ibaretti. Hepsi cinayetten hüküm giymişti. Koruma görevi yapanlara takılır, bunun, ‘kuzuyu kurda emanet etmek’ olduğunu söylerdim. Benim koruma görevlim, “Hocam, adada, mahkûmlar ayaklanma yapsa, senin dışında hiçbir personelin can güvenliği yoktur.” derdi.
KIZ KAÇIRAN HALİL, KÖYÜ YAKMIŞ!
Cezaevi personeline hizmet eden hükümlüler vardı. Bunlardan biri de Halil’di. Oda hizmetçisi Halil, Bolu’nun Mengen ilçesindendi. Okuma yazma bilmiyordu. Halil’e özel çaba gösterdiğim hâlde sonuç değişmedi. Suçu kız kaçırmak.
Sevdiğini kaçıran Halil, köyde yangın çıkarmış. Evler tutuşmaya başladığında, Halil, kızla birlikte ormana kaçmış.
Yaklaşık bir hafta ormanda saklanmışlar. Kızın, babasının evinin yandığından haberi yokmuş. Evlerinin yandığını öğrenince Halil’den şikâyetçi olmuş. Kız, kaçırıldığı için değil, babasının evi yandığı için şikâyette bulunmuş. Halil, yangına neden olduğu için 12 yıl ceza almıştı.
Çok saf birisiydi, Halil. Benimle konuştuğunda hep aynı sözleri tekrar ederdi:
“Hocam, sen okumuş birisin, benim yerimde sen olsaydın kızı kaçırır mıydın?”
Ben de genelde benzer ifadelerle karşılık verirdim:
“Yo! Halil, beni kendine suç ortağı yapma, üzülürüm.”
TEK KİŞİLİK BARAKADA BİR AMERİKALI
Cezaevinde bir de Amerikan vatandaşı vardı. Mühendis Kempstr adındaki sürpriz hükümlü, uyuşturucu kullanımı ve ticaretinden dolayı ceza almıştı. Kız arkadaşı da kapalı cezaevinde tutukluydu. Amerikalı kendine ayrılan bir barakada yalnız kalıyordu. Elektrik Mühendisi Kempstr, jeneratörden sorumluydu. Bir hükümlü yardımcısı vardı. Ortalıkta dolaşmazdı. Amerikalıya, “Sayın Kepaze” diyerek hitap ederdim. Kepaze kelimesinin anlamını bilmediğinden, elleriyle karşılık verir, sanırım memnuniyetini bildirirdi.
(Pülümür Haber, 13 Mayıs 2024)