SITKI AY
Yıl 1972. İstanbul Esenyurt’tan İmralı Yarı Açık Cezaevine öğretmen olarak atandım. Atamam, istek dışıydı. Adada cezaevi müdürü, iki savcı, gezici doktor, öğretmen, birkaç memur, bir manga asker, sayıları 40 kadar infaz memuru görev yapıyordu.
Müdürlük görevi, savcılar tarafından dönüşümlü olarak yerine getiriliyordu.
Cezaevinde, 650 civarında hükümlü kalıyordu.
İmralı Yarı Açık Cezaevi, bünyesinde ayakkabı, sabun, mobilya, battaniye (Siirt) ve salça fabrikalarını barındıran yarı açık ada cezaeviydi. Fabrikalarda hükümlüler çalışır, gelirlerden bir miktar pay alırlardı.
İmralı Cezaevinin, İstanbul Mısır Çarşısı’nda İmralı Gıda Pazarı ve İmralı Satış Dükkânı adlı iki dükkânı bulunuyordu. Adada, hükümlülerin ürettiği ürünler bu dükkânlarda satışa sunuluyordu..
İstanbul’un kum ihtiyacı adadan karşılanırdı. Büyük gemiler yükleme için sıra beklerdi. Ada muhasebecisi aldığı para karşılığı makbuz keserdi. Bazı gemilerden ücret aldığı hâlde makbuz kesmediği de olurdu. Muhasebeci kafa dengi biriydi, bana güvenirdi. Bir defasında bu çorbadaki payını sordum.
Tavşanın suyunun suyu olduğunu söylemişti.
60 büyük baş, 3 bin küçük baş hayvandan elde edilen süt ve süt ürünleri, yumurta, bal ve su ürünleri, bilinen gelir kaynaklarından bazılarıydı.
Adanın bir de ‘sır’ gelirleri söz konusuydu. Bunun başında balıkçılık geliyordu. İmralı’da 5 balıkçı teknesinin her birinde 10-15 hükümlü çalışıyordu. Bu balıkçı teknelerinin sevk ve idaresinden sorumlu “Kaptanı Derya Hayrettin Paşa” gayet becerikli, cesareti ülke gündeminden düşmeyen Necdet Elmas’tı.
Necdet Elmas (1935-2017), Türkiye’de ‘gangster’ unvanına layık görülen ilk banka soyguncularındandı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini 2. sınıftayken terk etmiş, 7 yaşındaki çocuğunu kansere kurban verdikten sonra soygunculuğa başlamıştı.
İlk eylemi, 7 Temmuz 1961’de, Çemberlitaş’taki Buğday Bankası soygunuydu.
18 Ağustos 1961’de, Chevrolet arabası ve Sten marka tabancasıyla, İş Bankası Kazlıçeşme Şubesinden 165 bin 850 liraya ‘el koyan’ da oydu.
Soyulan banka, Polis Merkezine yaklaşık otuz metre mesafedeydi!
Önceden haber verdiği bir soygunda, arkadaşı İrfan Vural öldürülmüştü.
İmralı Cezaevinin hükümlü balıkçısı Necdet Elmas, yaklaşık 10 yıllık tutukluydu.
Necdet Elmas’a sormuştum, “Yapmış olduğunuz olaylar nedeniyle bugün keşke, diyor musunuz? Pişmanlık duyduğunuz günler oldu mu?” Bana, “O bir gençlik olayıdır. Türkiye bir hazine ülkesidir. Cezaevinde bile becerenine saklı defineler bulunabilir.” demişti.
Necdet Elmas ve arkadaşları, balıkçı tekneleriyle denize açılır, bazen haftalar sonra dönerdi. Avlanan balıklar, İstanbul Haline satılırdı. Balık satışı, makbuzla belgelendirilirdi.
İmralı’da mukim balıkçılar, balığın yanı sıra, ıstakoz da avlardı.
Necdet Elmas, Cezaevi Müdürü’ne karşı sorumluydu. Müdürün sorumlu olduğu kimse yoktu. Istakozların hesabını sadece Müdür yapardı.
Istakozlar, deniz ürünlerinin meğer en makbulüymüş, bilen kim! Yatla adaya gelen zenginlerin sadece ıstakoz almaları, dikkatimi çekmişti. Cezaevi muhasebecisine, ıstakozların, müşteriyi ayaklarına kadar getirme nedenini sormuştum. Merak ettiğim bir şey daha vardı: Istakoz, bize niçin yedirilmiyordu? “Hocam,” dedi “Senin ıstakoz yemen için yıllar yılı beklemen gerek. Bir ıstakozun bedeli, bir maaş tutarı kadardır. Zengin yaşlılar enerjilerini takviye ediyor!”
Istakoza, yaşlılıkta ihtiyaç duyulabileceğini nerden bilebilirdim!
(Pülümür Haber, 19 Nisan 2024)