SEMRA ÇİÇEK
Takvim yaprakları, 2 Mayıs 1947’yi gösteriyordu. Günlerden Cuma’ydı. Pülümür Gökçekonak (Tasniye) köyü Rastular mezrasından Bava Seyit Mehmet ile Ana Selvi’nin ilk çocuğu dünyaya gözlerini açtı.
Adını Fidan koydular.
Fidan’ın anne ve babası, Baba Mansur soyundandı.
Seyit Mehmet-Ana Selvi çiftinin sevinci, Fidan’dan sonra Fintoz, Cennet, Saadet ve Emine’yle büyür.
Beş kız çocuğu, Rastular’ın zor koşullarında yetişir.
Ana Selvi, Seyit Mehmet’in ikinci eşiydi. Aralarında büyük yaş farkı bulunmaktaydı.
Seyit Mehmet’in, beş kız çocuğu babası olması, ağabeyi Seyit Hasan’ı üzer. Ağabey, beş erkek çocuğundan birini kardeşine evlatlık olarak vermek ister. Seyit Mehmet, ağabeyinin önerisine şu karşılığı verir:
“Allah onları sana layık gördüğü için vermiş, sana acısını göstermesin.”
Seyit Mehmet, yeğeni Fintoz’u el üstünde tutar. Yeğeninden esinlenerek, kızına Fintoz adını verir. Fintoz, amcasının kıymetlisidir. Fintoz da amcasına ve kızlarına düşkündür. Bu sevgi, her geçen yıl artarak büyür.
Seyit Mehmet, dört erkek kardeşin belki de en bilgesiydi. Aklıyla, ilim irfan sahibi olmasıyla örnek gösterilen bir dedeydi. Cura (tamır) çalar, derlediği eserleri seslendirirdi. “Şah Baba Mansur Gibi Pirim Var Benim” kılamını, Mürşidi Asil Baba cemlerde çokça dile getirmiştir. Seyit Mehmet, bu zanaatını büyük kızı Fidan’a bırakmak ister. Ataerkil toplumda yetişen kızı, curanın, erkek eline daha çok yakıştığını düşünür.
Zorlu köy koşullarında yaşamlarını sürdürüyorlardı. Geçim kaynakları sınırlıydı. Tarım (nohut, buğday) ve az sayıda küçükbaş hayvan, köyün başlıca geçim kaynaklarındandı.
Yıllar ilerliyor, Seyit Mehmet yaşlanıyordu. Bir gün Erzincan’da alışveriş yapmış, köyüne dönmek için yola düşmüştü. Pülümür Aydınlar (Serselik) köyü ile Rastular mezrası arasındaki yolda geçişi zorlaştıran bir kayaya denk gelir. Katırın yükünü indirir, köyüne gider. Evden kazma kürek alarak döner. Kayayı parçalamak, yerinden oynatmak isterken, kazma sapıyla yaralanır. Karnına aldığı darbeyle fenalaşır. Yeğeni Doğan Çiçek ve diğer yakınları, Erzincan Devlet Hastanesine yetiştirir. İç kanama geçirdiği anlaşılır. Tüm müdahalelere karşın kurtarılamaz. Doğan Bava, amcasının ölümünü bir türlü kabullenemez, “Ben amcamı kurtaramadım!” diye çok üzülür.
Seyit Mehmet, baba ocağında, gözyaşlarıyla son yolculuğuna uğurlanır.
Aile dostlarından Hüseyin Yıldız (Büyük Yıldız), Seyit Mehmet’in ölümünden yıllar önce yıldıznamesine bakar. Seyit’in, acıklı bir olay sonucu, 72 yaşında yaşamını yitireceğini söyler.
Seyit Mehmet, kaza sonucu yıldızlara kavuştuğunda 72 yaşındadır!
Seyit Mehmet, geride 35 yaşında dul bir eş ve 5 kız çocuğu bırakır. Ölümünden sonra karısı Ana Selvi ve yetim kızlarını daha zor günler beklemektedir. Dayandıkları dağ yıkılmış, olağan dışı zorluk ve yokluklarla baş başa kalmışlardır. En büyük kızı Fidan 15, en küçükleri Emine henüz 6 aylıktır. Ana, yakınlarının maddi ve manevi desteğiyle ayakta durmaya, yetimlerine bakmaya çalışır.
Ana Selvi gururlu, mağrur, gözü tok, namuslu, becerikli bir Dersim kadınıdır. Yaşamı boyunca, eşinin yasını tutar. Bir daha evlenmez, kızlarının başına üvey baba getirmek istemez…
Ana Selvi, 8’i kız, 1‘i erkek, 9 kardeşin en küçüğüdür. Tüm kardeşlerinin ölüm acısını yaşar. Sonra acıların en büyüğüyle sınanır. Kızı Fintoz’un oğlu Hüseyin, askerliğinin 6. ayında Bingöl Kiğı’da şehit düşer. Oğlunun acısına dayanamayan Fintoz, kansere yakalanır ve 3 yıl sonra yaşama veda eder.
Ağabeyinin oğlu Seyit Binat Esen, Ana Selvi için evlatlarından farkızdır. Erkek evladı olmayan Ana, Seyit Binat’ı oğlu saymıştır. Bir süre sonra yeğeni de kansere yakalanır, yaşama gözlerini yumar
Ana Selvi, vurgunların büyüğünü yemiştir.
Bunca acıya daha fazla dayanamaz. 11 Eylül 2010’da, İstanbul’da kaldırıldığı hastanede, bağırsak düğümlenmesi sonucu yaşama gözlerini yumar…
Ana Selvi’nin mezarı, vasiyeti üzerinde, Ali Binat Esen tarafından yaptırılır.
Ana Fidan, Selvi Ana’nın ilk göz ağrısı, gururu ve umuduydu. Kız kardeşlerinin hem küçük annesi hem de ablasıydı. Baba rolünü üstlenmişti. Olgunluğu, babası gibi bilge kişiliği, sağduyusu, merhameti, hazır cevaplığı, çalışkanlığı, metaneti, titizliği, tertip ve düzenli oluşu en belirgin özellikleriydi.
Babasının ölümünden sonra belki annesinin en büyük dayanağıydı.
Seyit Mehmet, kızına, ağabeyi Seyit Hasan’ın oğlu Bava Haydar’la evlenmesini vasiyet eder. Bu arada Ana Selvi de rüyasında, kızının kaynının oğlu ile evlendiğini görür. Onun için babasının isteği bir emirdir.
17 yaşına geldiğinde amcasının oğlu Bava Haydar’la evlenir.
1964 yılı Ocak ayıydı. Zorlu kış koşulları hüküm sürüyordu. Ana Fidan, eşi Haydar Çiçek, kaynı Doğan Çiçek, Aydınlar (Serselik) köyünden yakın aile dostları Ahmet Aydın ve Dursun Aydın’la birlikte resmî nikâh işlemleri için yola düşmüşlerdi. Karlı yolda ilerleyen topluluk, Turluk (Kaymazan) Wank Tepesi’nden düşen çığın altında kalır. Durumu fark eden köylüler hemen yardıma koşar. Uzun uğraşlar sonucu, çığ altındaki köylülerin tamamı kurtarılır. Çığa kapılan köylülerden arta kalan gözlük, ayakkabı, çanta vb. eşyalar karlar eridiğinde aynı noktada bulunur.
Ana Fidan’la Haydar Çiçek’in düğünü, kış koşullarına karşın 3 gün, 3 gece sürer. Düğün, köyün gelenek ve göreneklerine uygun yapılır.
Evlendikten bir süre sonra Bava Haydar (Bava Rakı), ağabeyleri gibi, çalışmak için gurbete gider. Ana Fidan, erken yaşta rakı içmeye başlayan eşi Bava Haydar’a, Bava Rakı adını verir! Bava Haydar, 5’i erkek, 4’ü kız, 9 kardeşin en küçüğüdür. Ailesine, özellikle de annesine düşkünlüğüyle bilinir. Yiğit, merhametli ve çalışkandır. Taşı şıksa suyunu çıkaracak güçtedir. Bu yönüyle babası Seyit Hasan’a benzetilir. Ailesini kimseye muhtaç etmez.
Ana Fidan evlendikten 1 yıl sonra, 1965 yılında ilk göz ağrısı Ali’yi, ardından 2 yıl sonra da her zaman belki de en kıymetlisi Nuri’yi dünyaya getirir. Bir odada 2 çocuğuyla kendisi, diğer odada ise eltisi Hatayi Çiçek ve 8 çocuğu birlikte kalır. İki gelin, başlarında, gölgesinin bile ağır olduğu kayınvalide İmoş Çiçek, günün koşullarında konak gibi görülen iki katlı taş evde yaşarlar.
Evin erkekleri Almanya ve İstanbul’da zor koşullarda çalışıyor, kazançlarını evin reisi Ana’ya ve eşlerine yolluyorlardı. Ayrıca yurtdışından gelen pilli radyo, kumaşlar, elbiseler, okul araç gereçleri vb. hane halkını mutlu ediyordu.
Bu arada yavaş yavaş İstanbul’a yerleşmek için gidişler de başlıyordu. Köylerden, önce aile reisleri çalışmak için gidiyor, uygun koşullar yaratıldıktan sonra aile bireyleri de götürülüyordu.
Fidan Ana, 1973 baharında ilk kız çocuğunu doğurur. Adını Semra koyarlar. Kız çocuklarına sahip oldukları için çok mutlu olurlar. Ancak bu sevinçleri uzun sürmez. Bebek Semra, boğmacaya yakalanır ve daha yaşına bile girmeden yaşamını yitirir. Sevincin yerini evlat acısı alır. Yakınları, Ana Fidan’ın toparlanmasının ancak bir kız çocuğu sahibi olmasıyla mümkün olabileceğinin farkındadır. Bunun için dualar edilir. Aradan bir yıl geçtikten sonra bir kız çocuğu daha doğar. Acı, sevinçle yer değiştirir. Ana Fidan’ın kaynı Mehmet Çiçek’in kızı Gülhan Çiçek’in isteğiyle, bebeğin göbek adı Gülhan olarak konur.
Yıldızlara kavuşan Semra’nın adı, yeni doğan kardeşine verilir.
Fidan, kızının üzerine titrer. Ona bir şey olacağı kaygısından kurtulamaz. Erkek çocukların el üstünde tutulduğu bir zamanda kız çocuğunun bu kadar önemsenmesi, şaşırtıcıdır. Semra hastalandığında, Ana Fidan lokma yapar, yaşlı kadınlara çıralık dağıtırmış. Bu nedenle köyün yaşlıları “Ya Hak, Fidan’ın kızı hasta olsun, ama ölüm uzak gitsin.” diye dua ederlermiş…
Merhametiyle, insanlığıyla, değer yargılarıyla büyük küçük herkesin Fidan ablasıydı artık. Büyükle büyük, küçükle küçük olabilmeyi ilk onda gördü çevredekiler… Nerede bir cenaze ya da hasta varsa, düğün dernek kurulacaksa ondan yardım istenir, o da her yere Hızır gibi yetişirdi. Dedikodudan hiç hazzetmez, yanında yapıldığında kızar sustururdu. Ağırlığı olan bir kadındı. İçten ve samimiydi. Yoksulun, yetimin, garibanın anası oldu. İhtiyaç duyan ya da duyduğunu hissettiği kişilerin hep yanındaydı.
1995 yılında ailece Çekmeköy’e taşındılar. Büyük oğlu Ali evlendi, 1989’da Almanya’da yaşamaya başladı. 1992’de de oğlu Nuri Çiçek evlendi. Büyük oğlu Ali’nin, Burçin ve Baran ismini verdikleri 2 çocuğu oldu. Oğlu Nuri’nin, Nurhak ve Eren isimli 2 erkek evladı doğdu.
Almanya’da dünyaya gelen Burçin, babaannesinin ilk göz ağrısı, kıymetlisiydi. Görülmemişti böylesine bir torun sevgisi. Gurbette oluşunun da vermiş olduğu bir iç sızısı vardı her zaman. 1. yaş gününde Türkiye’deydiler. O günün koşullarında yapılan doğum günü partisi, bugün hâlâ konuşulmaktadır. Ana Fidan, torunları için fırsat buldukça yurt dışına gitmiştir. Son gidişi de ilk göz ağrısının düğünü içindi. Kınasına, düğününe katıldı torununun. Bu belki de onun hayata gözlerini yummadan geçirdiği en güzel zamanlarından biriydi.
Ocak 1995’te de Nuri ile eşi Gönül’ün ilk çocukları Nurhak dünyaya geldi. Diğer torunlar yurtdışında olduğundan, yaşanmayan bir çok şeyi Nurhak’la yaşadı. İlk konuşma, ilk yürüme, ilk ana sınıfına gidiş, ilkokul, ortaokul, lise derken üniversiteye gidiş, kurban adağını yerine getirmesi…
Nurhak’ın Kanada’ya gidişine, torununun, ayakları üzerinde duracağını düşünerek seviniyor, öte yandan orada ne yiyip içiyor diye kaygılanıyor ve özlem duyuyordu.
2012’de Eren’i dünyaya geldi, babaannesinin. Onu da başka sevdi… Farklı bir karakterdi çünkü. Nurhak’a göre daha uslu, durgun bir çocuktu. O da babaannesinin yakınında büyüdü, acı tatlı her şeyine şahit oldu babaannesi. Anasınıfından üniversite başlangıcına kadar hep duacısı oldu.
Ana Fidan’ın kızı Semra’nın, Sıla, Ada ve Simay Çiçek isimli kızları oldu. Babaanneliğin ardından artık anneanne de olmuştu. Kızına destek olmak için Çekmeköy’le Kağıthane arasında mekik dokudu. Torunu Sıla Ada’ya otizm tanısı konması, onu içten içe kahrediyor, kızından desteğini hiçbir şekilde esirgemiyordu. Kızının o zor günlerinde belki en büyük ve tek dayanağıydı. Eğitim ve tedavi süreçlerinde arkasındaydı. Sonrasında 2012’de Simay dünyaya geldi. Nurtepe’ye taşınmışlardı tekrar. Simay’la hayat buldular tekrar… Tüm kaygılar yok oluvermişti onunla beraber. Yaşayamadığı birçok şeyi Simay’la yaşadı belki. Verdiklerinin karşılığını alıyor olmanın sevincini yaşadı.
Mükemmel bir babaanne ve anneanne oldu torunlarına…
Evlatlarının en küçüğü, belki de en nazlı yetiştirdiği bekar oğlu Turan’ın yuva kurmasını istiyordu. Kanada’ya yerleşen torununa duyduğu özlem son zamanlarında ağır basıyor, onu görmeyi planlıyordu. Hatta bunun üzerine konuşmuşlardı… Torunu Burçin’in kızını da çok görmek istiyordu. Adakları vardı gelişi üzerine…
Muradı gözünde kaldı
Yıllar geçtikçe yaşı da ilerliyordu. 75 yaşına gelmişti. İlerleyen yaşı, onu, yüklendiği görev ve sorumluluklardan alıkoymadı. Dağarcığında, yok diye bir sözcük yoktu. .Bereketliydi hep sofrası…Veren el boş kalmaz, derdi. Allah, onu hiç bir zaman yoklukla sınamadı. O evlatlarının, kardeşlerinin, torunlarının, yeğenlerinin, akrabalarının kısacası tüm sevenlerinin gözbebeği olarak yaşamını sürdürdü.
Onurlu, gururlu… ..
1 Nisan 2022’de beynine pıhtı atmış, kısmi felç geçirmişti. Sevenlerine kötü bir şaka oldu maalesef. Onun kadar aktif, sosyal bir kadının bir anda yatağa bağımlı hâle gelmesi, sevenlerini üzdü. Bir yıl sonra, 17 Nisan 2023’te evinde, yatağında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşama gözlerini yumdu güzel insan…
Tüm sevenleri Sarıgazi Cemevinde toplandı. Cemevinde, böyle bir kalabalık belki çok nadir görülmüştür. Sevenlerinin gözyaşlarıyla sonsuzluğa uğurlandı, Fidan Ana… Sıradan bir insan göç etmemişti bu dünyadan…İnsan selinin yaşanması da bunun kanıtıydı.
Cenazesi, Sarıgazi Cemevinden kaldırılarak Çekmeköy’de bulunan Anacığının kabrinde sırlanmıştır.
O şahsına münhasır bir kişilik, unutulmayacak, yeri asla doldurulamayacak, her daim özlenecek bir insan anıtıdır.
(17 Nisan 2024)