Pülümür Haber’de, 5 Haziran’da, yazarımız Hasan Canerik imzasıyla yayımlanan ‘Pülümürlü Genelkurmay Başkanı’yla İlgili Gerçekler yazısına, ‘Dersimli öğretmen’ Mehmet Yürek, sosyal medya hesabı ve kişisel Genel Ağ sayfasından yanıt verdi. Yürek’in, Pülümür Haber’e göndermediği açıklama yaklaşık sekiz sayfadan oluşuyor.
Mehmet Yürek, FETÖ şüphelisi ‘bavulcu’ Mehmet Baransu’nun, 22. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın, ‘katliama uğramış Pülümürlü’ olduğu iddiasının ‘doğru’ olduğunu öne sürmüştü. https://www.sozcu18.com/cankirili-degil-dersimli-karadayi-8844h.htm
Yazarımız Hasan Canerik, Orgeneral Karadayı’nın ölümünün ardından yeniden dolaşıma sokulan haberi araştırmış, 22. Genelkurmay Başkanı’yla ilgili iddiaların gerçeği yansıtmadığını saptamıştı. https://pulumur.org/pulumurlu-genelkurmay-baskaniyla-ilgili-gercekler/ Haberin muhataplarından Mehmet Baransu, şimdi Silivri Cezaevinde tutuklu. Haberde büyük payı olan Mehmet Yürek, konuya açıklık getirmek yerine, aşağıda okuyacağınız açıklamayı yaptı. Yürek’in açıklamasını, dil ve yazıma dokunmadan, olduğu gibi yayımlıyoruz. Konuyla ilgili açıklamalarımızı yakında kamuoyunun bilgisine sunmayı planlıyoruz:
DERSİMLİ İSMAİL HAKKI KARADAYI
Mehmet YÜREK
Emekli Genel Kurmay Başkanı (GKB) İsmail Hakkı Karadayı ölünce yedi yıl önce yazdığım bir konu medyada yoğun tartışmalara neden oldu. Ulusal, yerel ve sosyal medyada çok yoğun tartışıldı. Bana da bu konuda çok soru ve bilgi geldi. Hiç birini yanıtlamadım. Ancak bu yanıtlayacağım yazı bir Pülümürlüden ve https://pulumur.org adlı bir siteden olup; yalan, yanlış ve iftiralarla dolu olunca yanıtlama gereği duydum.
05/06/2020 de Hasan Canerik imzasıyla yukarıdaki sitede yayımlanmış. Kendisini tanımıyorum. Bu şahıs bu yazıyı yazarken eğer öfkesiyle değil de aklıyla hareket etseydi, o kadar ithamda bulunmadan önce bana bir telefon açıp konuyla ilgili sorular sorduktan sonra yazması daha doğru ve daha hak kani olurdu. Veya basit bir google taraması yaparak yazdıklarımdan ve hakkımda yazılmışlardan oluşan yaklaşık kırk bin sayfa arasından daha sağlıklı bilgilere ulaşabilirdi. Veya İsmet Kemal Karadayı’nın hayatta olan eşi ve çocuklarından sorabilirdi. Birkaç yıl önce bir konu için Pülümür’e giderek belgeselci Caner Canerik ile görüşmüştüm. Ben de son derece makul ve mantıklı bir izlenim bırakan Caner Canerik’in akrabası mı bilemiyorum. Yalnız soyadı benzerliği de olsa biraz araştırma zahmetine katlansa Caner Canerik’ten bana ulaşabilirdi. Neyse bunlar çok önemli değil. Benim için önemli olan Hasan Canerik adlı Pülümürlü arkadaşın konuyu çarpıtarak yalan ve yanlışlarla beni karalamaya çalıştığı konuları aydınlatmak. Yoksa Karadayı konusunu yeniden yazmak değil.
1987 Yılında ITM (international tourism magazine) gazetesinde önce köşe yazarı, daha sonra da Ege Bölge temsilciliği ile başladığım gazetecilik yaşamım, Kenan Evren ile davalaştığım 2004 yılına kadar aktif olarak sürdü. Takiben ve halen çeşitli yayın organlarında ve kendi web sitemde yazmaya devam ediyorum. (https://alevicimehmetyurek.com)
Yazar dersem yazarlara hakaret olur kaygısıyla Hasan Canerik’e yazıcı diye hitap ederek, iddia ve karalamalarını aydınlatayım.
Ben 1973 yılından 12 Eylül 1980 darbesinin ilk gününe kadar İstanbul Şile’de öğretmenlik yaptım. Öğretmenliğim de yalnız sınıf öğretmenliği değildi. 1970 li yılların başlarında İbrahim Kaypakkaya ile ve daha sonra Halkın Gücü, devamında TKPML-TİKKO ile süren legal ve illegal devrimciliğim de 1984 yılına kadar sürdü.
Yazıcı Canerik yazısının; “KARADAYI GERÇEĞİ VE YALANLAR” başlıklı bölümünde şu soruları cevaplamamı istiyor ve şu karalamaları yazıyor.
- Mehmet Yürek Şile’de öğretmenlik yapmış mı?
- İsmet Kemal Karadayı ile tanışmış mı? Tanışsa bile henüz askerliğini yapmamış yirmili yaşlarındaki bu genç öğretmene bu bilgileri verir mi?
- Mehmet Yürek İsmail Hakkı Karadayı ile birlikte İsmet Kemal Karadayı’yı da yıpratıyor.
- Mehmet Yürek bu bilgileri Mehmet Baransu’ya niçin verdiğini yanıtlasın.
- Mehmet Yürek Atatürk’e hakaretten mahkum olmuş biri.
- Yürek 1975 yılında İsmet Kemal Karadayı’nın yılın hukukçusu seçildiğini yazıyor, bu yanlış.
- Mehmet Yürek Şile’de öğretmenlik yapmış mı? Aslında bu kadar mantıksız soru sorana yanıt verilmez. Ama neylersiniz ki, bu soruyu soranın okurlarının bir kısmı da bu düzeyde oldukları için yanıtlamam gerekiyor. Ben Şile’de evsanevi bir öğretmenlik yaptım. 12 Eylül darbesi olduğunda dört kooperatifin yönetim kurulunda ve birinin de başkanıydım. Ayrıca memurlar derneğinin de yöneticisiydim. Bunun yüzlerce tanığı ve belgesi olduğu için geçiyorum.
- İsmet Kemal Karadayı ile tanışmış mı? Tanışsa bile henüz askerliğini yapmamış yirmili yaşlarındaki bu genç öğretmene bu bilgileri verir mi? İsmet abi Şile’ye atanınca ve hemşerim olduğunu öğrenince hemen makamına gidip tanıştım. İsmet abi evini İstanbul’dan Şile’ye getirmediğinden Pazartesi sabahları İstanbul’dan işe gelir, Cuma akşamları da otobüsle dönerdi. Hafta içinde istisnai günlerde gitse de genellikle Şile’de kalırdı. Ben de o dönem öğretmenliğimin yaz tatillerinde Esentepe Tandır gazinosu diye büyük bir mekan açmıştım. Bir ucu deniz ve plaj, diğer ucu tepeye kadar çıkan 40 dönümlük bir mekandı. Restoran, çadır kampı, masa, ve şezlong kiralama vb işler yapıyorduk. Yaptığımız Dersim tandırında iki kuzuyu aynı anda pişiriyorduk. Bu bizi çok popüler yapmıştı. O sıralarda Yaşar Kemal’de Şile Değirmen Otelde kalarak Deniz Küstü romanını yazıyordu. Dinlenmelerinde bizim küçük Töb-Der bürosuna gelip bizlerle sohbet ederdi. Akşamları da çoğunlukla bizim mekana gelir sohbetle birlikte yemek yerdik. Tüm bunları birlikte yaşadığımız o günkü Töb-Der Başkanı Yusuf İlhan, Ağrılı Fikret hoca ve Şiranlı Özcan halen Şile’de yerleşik emekli hayatı yaşadıklarından ve daha yüzlerce tanıkla teyid edilebilir. Süreç içinde İsmet abi ile çok samimi olmuştuk. İsmet abiye Yaşar Kemal ile tanışmak istermisin dedim. Evet çok iyi olur dedi. Tanıştırdım ve ondan sonra da çoğunlukla akşam yemeklerinde birlikte olduk.
Ben askerliğimi Tunceli, Çemişgezek, Toratlı köyünde er öğretmen olarak yapıp gelmiştim. İkinci Çocuğum 1979 Şile doğumludur. Dolaysıyla yazıcının iddiası yalan ve yanlıştır. Süreç içinde İsmet beyle ile abi kardeşleştik. Şile’den gidince de bağımı koparmadım. Ben İstanbul’dan ayrılıp Marmaris’e yerleşince de ilişkimiz azalarak da olsa sürdü. Çünkü İsmet abi de yazları bazen Datça Aktur tatil köyüne tatile gelirdi ve Marmaris’e indiğinde bana uğrardı.
İsmet Abinin oğlu Av. Haldun Karadayı’nın imzalayarak bana gönderdiği kitap.
Yazıcı Hasan Canerik keşke o satırları yazmadan zahmet edip halen Antalya Demre’de avukatlık yapan İsmet abenin oğlu Haldun Karadayı’ya bir telefon açıp sorsaydı. Ben Haldun beyi fazla tanımam. İsmet abe beni iki defa oğlunun Kadıköy’deki yazıhanesine götürmüştü. Birinde yoktu, diğerinde ise ayaküstü tanıştırıldım işi vardı ve gitti. Haldun beyi bu kitabın basına tanıtım kokteyli nedeniyle arayıp sitem ettim. Haberim olsaydı çok iyi olurdu. Ortak çok anılarımız var dedim. Haldun beyde babası gibi asaleti davranarak yazmamı ve yeni baskıda değerlendirileceğini söyleyerek kitapı imzalayarak Bodrum’daki adresime gönderme nezaketi gösterdi. Haldun beye bu kitabı gönderdiği için teşekkür telefonu açtığımda annesini sordum, iyiydi. İsmet abinin eşi Vasfiye abla samimiyetimizin en yakın tanığı idi. İsmet abe baypas olduktan sonra da arada alıp içkili yemeklere götürünce bana, buna içki içirirsen kafanı kırarım diye tehdit ederdi. Bende çok saygı duyduğumdan çekinirdim. Yazıcı Hasan Canerik Vasfiye ablaya bir telefon açma zahmetine girseydi bunları yazamazdı.
İsmet abi ile tanıkları bol bir-iki anımı anlatayım.
Seksenli yılların ortalarında öğretmenlikten ayrılmış ve holdinglerde üst düzey yönetici olarak çalışıyordum. Turgut Özal Başbakanlığı döneminde Malatyalılar Vakfını kurdurunca, bende Tunceliler Vakfı çalışmalarına başladım. Kendim bir mektup ve bir vakıf senedi taslağı hazırlayarak yurt içi ve dışında çok sayıda Tunceliliye ulaştırdım. Vakfın kuruluş çalışmalarının ilkini Beyazit’de, polislikten ayrılma Hıdır Yüksel’in Oskar Otelinde yaptık. Bu toplantıda İsmet abinin yanı sıra otelin işletmecisi Hıdır Yüksel, Av. Hasan Gülşan ile beraber Mersin’den, Avrupadan gelen bir çok arkadaş katılmıştı. Hıdır Yüksel ve Av. Hasan Gülşen’in hayatta olduklarını bildiğim için onları özellikle zikrettim. Toplantıda benim yazdığım vakıf senedi taslağının düzenlenmesi için İsmet Kemal Karadayı’ya verilmesi ve bir sonraki toplantı için somut adımlar kararlaştırıldı. Bu arada İsmet abinin İstanbul’a gelişinden sonra İsmet abi beni Cemal Süreya ile tanıştırmıştı. Üçlü bir çok beraberliğimiz olmuştu. Siyasi olarak ikisi ile de tam tezattım. Çünkü ikisi de Kemalist’ti. Ama ben ikisini de çok seviyor ve saygı duyuyordum. Onlarında beni sevdiklerinden emindim. İkisiyle de senli benliydik. Ruhi Su’nun cenazesine İsmet Abi, Asım Bezirci ve iki kişi daha beraber katılmıştık. Zincirlikuyu Mezarlığında, Aziz Nesin mezar başındaki konuşmasını bitirir bitirmez, kapıyı tutan polisler halkı coplamaya başladı. Ben atletik olduğum için mezarlığın duvarına atlayıp kaçmaya çalışınca İsmet Abinin “ulan Memo nereye gidiyorsun oğlum. Bizi linç ederler, gel bizi de çıkar” dediğini duyunca duvardan geri atlayıp onları da duvardan geçirdim. Asım Bezirci’nin kurşun gibi ağır olan kamburundan tutup yukarı zor çıkardım. Hemen bir taksiyi polis diye durdurup öne ben arkaya da onları oturtarak Şişli Caminin yakına park ettiğim arabamın yanına getirip bindirdim ve bir meyhaneye gidip içkili bir yemekle sohbet ettik. Sohbet sırasında Asım Bezirci, İsmet hemşerinin sayesinde polis copundan kurtulduk deyince abi hemşeri değiliz. O Tuncelili ben Dersimliyim deyince, o ne demek dedi? O cevabın ne anlama geldiğini orada anlattım. Ne demek istediğimi anlamak isteyenler şu linkten okuyabilirler.
- Mehmet Yürek İsmail Hakkı Karadayı ile birlikte İsmet Kemal Karadayı’yı da yıpratıyor. Yazıcı Canerik bunu da iddia ediyor. Ben İsmet Kemal Karadayı ve Cemal Süreya’nın siyasi (Atatürkçü) düşüncelerine asla katılma samda, ikisini de çok seviyor ve saygı duyuyordum. Onların da benim siyasi düşüncelerime karşı olmalarına rağmen beni sevdiklerinden emindim. Onları yıpratmak hayatta yapmayacağım bir şey. İsmail Hakkı Karadayı meselesini İsmet abe bana ve Cemal Süreya’ya söylemişti. En azından ben böyle biliyordum. Üçümüzde açıklamama sözü vermiştik. Ama ben daha sonra bu sözü İsmet abenin de izniyle siz ölünceye kadara dönüştürdüm. Uzun yıllar dost ve abe-kardeş yaşadığım bundan da onur duyduğum İsmet abe ve Cemal Süreya’yı yıpratmak asla yapmayacağım bir şey.
- Neden açıkladığım konusuna gelirsek: Mehmet Baransu İsmail Hakkı Karadayı’nın Dersimli olduğunu yazınca medyada kıyamet koptu. Ben de telefon açarak yazdıkların doğru evlat dedim ve bildiklerimi anlattım. Baransu’da benden bunları yazıp göndermemi rica etti. Ben de yazıp gönderdim. Baransu da yazdıklarımın harfine dokunmadan köşesinde yayımladı. Neden yazdığım konusuna gelince; 1- Artık İsmet abe ve Cemal Süreya abe hayatta değillerdi ve onlara verdiğim sözü tutmuştum. 2- Asıl önemli gerekçem, ben Dersimlilerin ve Alevilerin baskı ve zulüme maruz kalmalarından Dersimliliğini ve Aleviliğini gizleyenleri de sorumlu tutuyorum.
Bunun açıklaması da şu linkte. https://alevicimehmetyurek.com/neden-nasil-nereye-kadar-ne-zamana-kadar-alevicilik-yapacagiz/ Pülümürlülerin birçoğu kendilerini Erzincanlıyız diye gizlerler. Burada asıl amaç Dersimlilerin mağduriyet ve travmalarını anlatmaktı. Bu konuda Mesut Özcan Hoca M. Baransu’ya en güzel cevabı o günlerde vermişti. https://www.yenisafak.com/yazarlar/murataksoy/baransunun-alevileri-35980 Mesut Özcan’nın konuya ilişkin yazısını okumak için yukarıdaki link tıklanabilir.
- Mehmet Yürek Atatürk’e hakaretten mahkum olmuş biri. Yazıcı Canerik’in yazdığı tek doğru bu. Evet ben Atatürk’e hakaretten mahkumiyet aldım. Yazıcı Canerik’in bilmediği veya bilipte yaz(a)madığı diğer adli sicilimin de bir kısmını yazayım.
- Cumhurbaşkanlığı ve Gen. Kur. Başkanlığı yapmış diktatör Kenan Evren’nin rütbesiz er olarak gitmesi süreci Marmaris’te benimle olan davayla başladı. Yani ilk taşı ben attım.
- Kamer Genç’i Tunceli mahkemelerinde mahkum ettim. Yazıcı Canerik bunu da bu davadaki avukatım olan Hüseyin Aygün’e sorabilir.
- Atatürk’ü sevmeyen ülkeyi terk etsin diyen Kemal Kılıçdaroğlu’na Tunceli Adliyesinde açtığım dava, Çorlu Ağır ceza, Erzincan Ağır Ceza vd dolaşarak Ankara’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gitti. 15 Temmuz darbe girişiminde Kılıçdaroğlu darbecilere karşı durunca ve hatırlı dostların ricalarıyla dosyayı yıllar sonra geri çektim. (Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde 2013/57 esas nolu dava)
- Atatürk ile olan davam ise yazdığım bir makalemin Marmarisli bir avukatın ihbarıyla başladı. Tarihi gerçekler ve açığa çıkan devlet belgelerinin gösterdiği üzere Atatürk; 1926 Koçuşağı kırımının, 1930 Pülümür kırımının ve 1937/38 Dersim kırımının birinci dereceden yetkili ve sorumlusudur. Ben bunları 15 ay mahkumiyet alarak (bu 15-25 yıl da olabilirdi.) bunu mahkeme tutanaklarına geçirdim. Daha birkaç adli sicilim daha var ama uzatmamak için geçiyorum. Ama tamamı siyasi olup tek adi ve adli davam yoktur. Çocuklarıma ve torunlarıma bıraktığım en büyük manevi mirasım da bu ve yukarıdaki davalarımdır.
Yazdıklarından anladığım kadarıyla yazıcı Canerik Ato’cudur. Apo’cuların değişik bir versiyonudur. Tıpkı Apo’nun ben MİT ajanıydım demesine rağmen, müritlerinin hayır Apo ajan değildir dedikleri gibi. Yazıcı Canerik’te, açığa çıkan belgelerle 1926 Koçuşağı katliamı, 1930 Pülümür katliamı ve 1937/38 Dersim kırımının baş yetkilisi ve sorumlusu Ato’suna toz kondurmuyor ve aynı şekilde bağlı görünüyor.
Evet sonuca gelirsek İsmail Hakkı Karadayı Pülümürlü bir Alevidir. Kimliği bilinseydi bu mertebelere gelebilir miydi? İsmail Hakkı Karadayı aslını inkar ederek yaşasa da Dersimli özü onu bırakmamıştır. Gericiliğe karşı en büyük mücadeleyi vermiştir. O’nun döneminde orduya yeniden Aleviler alınabilmiştir. Makamını yine Bozüyüklü ve ataları Alevi gelenekten gelen, Osmanlı’nın kuruluş ve gelişimine katkıları olan bir aileden gelen Hüseyin Kıvrıkoğlu’na bırakarak ayrılmıştır. Hüseyin Kıvrıkoğlu’na bu nedenle biri Kıbrıs’da, biride Marmaris Aksaz üssünde iki suikast girişimi yapıldı. “Marmaris Aksaz Deniz Üs Komutanlığı’nda yapılan toplantı devam ederken komutanlar arasında mezhep tartışması başlar. Bu esnada bir orgeneral, tabancasını çekerek bir başka orgenerale doğrultup, “Türkiye’yi Suriye’ye çevirmenize müsaade etmem. Burada Aleviliğe dayalı bir Baas rejimi kuramazsınız.” diye bağırır.” Bu ve benzerleri Zihni Çakır’ın, Ergenekon’un Çöküşü 1-2 ve şu linkten okunabilir. https://www.dunyabulteni.net/arsiv/ergenekon-kivrikoglunu-oldurmek-istedi-h33955.html
Yazıcı Canerik’e soruyorum. Benim Dersimli Karadayı yazımın üzerinden yedi yıl geçti. Karadayı daha geçen hafta öldü. Bu yedi yılda Karadayı’nın bu iddiayı yalanladığı veya red ettiği görüldü mü? Görüldüyse ve ben atladıysam yazıcı Hasan Canerik açıklasın.
Benim konuyu yazarken ne şahısları ne de Pülümürlüleri hedef almam söz konusu değildir. Amacım Dersimlilerin yaşadığı mağduriyetlerin ve faillerinin açığa çıkarılmasıdır. Ayrıca hala kendilerini saklayan gizleyen Dersimli ve Alevilerin de kendilerini açıklama korkularından arın(dırıl)malarıdır.
Bu vesileyle 1930 Pülümür kırımına da kısaca değineyim. Her nedense Dersim soy kırım araştırmalarını yapanların hemen tamamı 1937/38 in üzerinde dururlar ama bunun öncüsü olan 1926 Koçuşağı ve 1930 Pülümür kırımını görmezden gelirler. Dr. Suat Akgül’ün “Amerika ve İngiliz Gizli Raporlarında Dersim Hadisesi” kitabında (2001 deki baskısı) çok önemli bilgiler var. M. Kemal Diyarbakır’da 16. Kolordu komutanıyken 1916 ve 1918 de Padişah Vahdettin tarafından özel görevle Dersim’de liderlerle görüşmekle görevlendirilir. 1916 da Zeranik’te (o zamanki ilçe merkezimiz, Munzur Gözelerinin yakınında) Seyit Rıza, Mahmut Ağa, Kasımoğlu, İdare İbrahim ve dedem Çolak’ın (Hüseyin) aralarında bulunduğu heyetle görüşmeler yapar. Görüşme sonrasında Mustafa Kemal, damat adayı olduğu Padişah Vahdettin’e verdiği raporda şunları önerir. “ Binlerce yıldır doğal bir kale konumundaki Dersim’e hiçbir güç girememiştir. Girsede kısa süre sonra çıkmak zorunda kalmıştır. Bu memleket dışarıdan fethedilemez. Ancak içeriden fethedilebilir. Bunun için devlet bütçesinin durumuna bakılmadan içeriden çok sayıda milis tutulmalı ve bunlara ödemeleri aksatılmadan yapılmalıdır. Önce Dersim’in batı kapısını tutan savaşçı Koçuşağı aşireti halledilmeli, ardından da doğu kapısını tutan Pülümür’deki yiğit savaşçılar olan Haydaran ve Demenan aşiretleri yok edilmelidir.” Yukarıda zikrettiğim bu kitap Datça’daki evimde kaldığından aynen aktaramadım. Fakat mealen %90 böyledir. Yazıcı Hasan Canerik ve diğer ilgili arkadaşlar bu kitabın 42 ve 43. Sayfalarını özellikle okumalıdırlar. Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin’e yaptıramadıklarını kendisi 1926 da Koçuşağını, 1930 dada Pülümür kırımını yaptıktan sonra, 1937/38 de kolayca Dersimlileri kırdırarak kendisi uygulayabilmiştir.
Mustafa Kemal’in emri ile Bakanlar Kurulunun; “12 ekim 1930 tarihli tedip (yola getirme, uslandırma) kararını takiben, Albay Rüştü komutasında; 11. Piyade alayı, dört toplu bir dağ bataryası ve iki toplu bir dağ obüs bataryası, dört uçaklı bir tayyare bölüğü, Erzincan ilinin bu komutanlık emrine tertip edeceği jandarma ve milislerle ilk harekat başladı.[i] İkinci harekat ise General Ömer Halis kumandasında, 10-13 Kasım 1930 da; 11. Ve 7. Alay ile 74 subay, 1664 er, 1217 tüfek, 62 hafif makineli tüfek, 23 ağır makineli tüfek, 6 top, 379 hayvan vardı. Kürk, Danzig, Dağbey, Baluşağı, Lulalı, yardımlarına gelen Abbasuşağı, Nazımiye’den gelen Haydaranlı, Mazgirtten gelen Demenanlı ve daha birçok aşirete mensup insan katledildi.” Yazıcı Hasan Canerik’in internetten copy pestle yazısına koyduğu o kitabın 22. Sayfasını okursa, Mustafa Kemal’in Gen. Kurmayı şunu görür. “11. Alayın iki taburu öğle vakti Kürk köyüne girmiş, Kürk deresine sıkıştırılan eşkiyayı tamamen imha etmiş ve Kürk Köyünü kamilen yakmıştır.”[ii] Mustafa Kemal’in Genel Kurmayının cümlesi aynen böyle sayın Canerik. Köyü kamilen yakan bu orantısız güç acaba içindeki köylüleri de kebap mı yaptı diye düşünmeden edemiyor insan. Öyle senin dediğin gibi yalnızca tek seferde 2-3 köyle sınırlı bir harekat değil. Biri Ekim ayında diğeri de Kasım ayında olmak üzere iki harekat yapıldı Pülümür’e. Birinci harekatta Haydaran ağaları Hıdır ve Kamer ağalar ve sülalesi hedeflendi. Kasım’daki ikinci harekatta ise genel temizlikle imha yapıldı. Tıpkı 1937 de direnen altı Dersim aşiretini yok ettikten sonra 1938 de de kendilerine destek olanlar da dahil diğer Dersimlilerin zalimce kırımı ve sürgünü gibidir. Özetle 1930 Ekimindeki ilk sefer Pülümür’ün 1937 si, Kasımdaki ikinci harekat ise Dersim’in 1938 idir. Mustafa Kemal daha önce de 1926 da bunu Koçuşağı’nda yaptığından deneyimlidir.
Yazıcı Hasan Canerik ve ilgililerin bu iki kitapları okumasını öneririm.
Şimdi bir iki basit soru da ben sorayım Hasan Canerik efendiye. Devletler halkının parasıyla aldıkları savaş uçaklarını düşman ülkeleri bombalamak için mi alırlar? Yoksa kendi halkını, kendi topraklarında bombalamak için mi? Yukarıdaki dört Türk savaş uçağı Pülümür’ü neden bombalıyorlardı? Pülümür’ü kendi ülkesi, Pülümürlüleri de kendi halkından değil düşman gördüklerinden olabilir mi? Pülümür’den 11 yıl sonra da Dersim’i bombalayarak Dünya tarihine ilk kadın savaş pilotu olarak geçen Atatürk yetiştirmesi Sabiha Gökçen hangi ülkeyi, hangi düşmanı bombalıyordu?
Evet Canerik efendi, SEN; TCD kurucu iradesi ve tek yetkilisi olan Atatürk ve Kemalist ekibinin 1930 da senin ilçen Pülümür’ü, 1937/38 de tüm Dersim’i bombalayarak Dersimlilerin katledilmesini makul gördüğünden TCD’nin makbulüsün. Ben de bunu mahsurlu görüp karşı durduğum için mahpusuyum.
SON OLARAK: Bildiklerim, gördüklerim ve öğrendiklerim İsmail Hakkı Karadayı’nın Dersim Pülümür’den Çankırı’ya göçürülmüş Dersim mağduru bir ailenin çocuğu olduğunu teyit ediyor. Hakkımda yalan ve iftiraları sormadan sorgulamadan yayınlayan pulumur.org sitesi, hakkımızda başlığında şu ilkesini yazıyor. “ Haber, yorumlarımızda dile özen göstermek, insanı incitmemek ve dürüst davranmak önceliklerimizdir. Doğrultamadığımız haberlere yer vermemek, olası yanlışları anında düzeltmek, ve gerektiğinde özür dilemek, ödün veremeyeceğimiz yayın ilkelerindendir.” Yazının altına yorum yazan Nadir adlı okurunuzda soruyor. İsmet Kemal Karadayı’nın eşi ve çocukları hayatta değil mi? Bunlar onlara sorularak teyit edilemez miydi? Ben de aynısını soruyorum ve yukarıda açıkladığınız yayın ilkeniz (namusunuz) doğrultusunda cevabımın virgülüne dokunmadan yayınlamanızı bekliyorum. Ya iddialarınızı ispat edersiniz, ya da yayın ilkelerinizin gereğini yerine getirerek benden özür dilersiniz. Sayın Hasan Canerik, yalancılıkla itham ettiğin bu satırların yazarının en nefret ettiği yalan ve yalancılardır. İbrahim Kaypakkaya katledilmeden evimizde kalırken O’nun Kemalizm eleştirisi yazdığını fark edince yoğun tartışmalara girdikten sonra uyanmış ve içindeki Kemalizm sevgisi tersine dönüşmüş biridir. 1972 yılından itibaren zorunlu kimlik bilgileri dışında Tuncelili sözünü kullanmaz, hep her zaman ve her yerde Dersimliyim der ve öyle yazar. 12 Eylül darbesi diktatörü Kenan Evren’in memleketi Manisa ve İlçesi Alaşehir’de elleri titreyerek okuduğu “ bakın, bakın, beni ve arkadaşlarımı öldüreceklermiş. Eğer birimizin kılına helal gelirse içerdekilerin tamamını öldürürüz” cümlesinin geçtiği bildiriyi TİKKO adına kaleme alan üç kişiden biridir. 1982 Anayasasına açıktan kullandığı hayır oyundan bu güne kadar perde arkasına girmeden açıkta oy kullanır. Deniz Gezmiş ile aynı somunu paylaşmış, İbrahim Kaypakkaya ile aynı tastan çorba kaşıklamıştır. Halen sapına kadar Dersimli ve Devrimcidir.
Bu karalamaları yapan Tuncelili Hasan Canerik bey. Benim ne Pülümürlülere, ne de sevip saydığım, uzun yıllar abe-kardeş ilişkisi yaşadığım dostum İsmet Kemal Karadayı’a zarar verme düşüncem olmaz, olamaz. Şimdiki devrimci görevimi öncelikli olarak Dersimcilik ve Alevicilik olarak önceliyor ve önemsiyorum. Nedenini, nasılını merak edenler yukarıda linki verilen web sayfamda görebilirler.
Böyle yapmayın. Ayıptır, zulümdür, günahtır. İnsaf yahu! Edep yahu!…
MEHMET YÜREK
Dersimli Çoban
[i] Genelkurmay Belgelerinde Kürt isyanlar-2, kaynak yayınları.1992. 2.baskı. s.14
[ii] Age. s. 22
Okunma Sayısı: 126
Kategori: MakalelerBy Mehmet YürekHaziran 15, 2020Yorum yazın
Yazar: Mehmet Yürek
1950 Dersim Pulur (Ovacık), Çağperi (Güneykonak Köyü) doğumludur. Ovacık Bölge Yatılı Okulu’ndan sonra, Akçadağ İlköğretmen Okulu’ndan mezun oldu. 12 Eylül 1980 darbesine kadar Dersim, Çemişgezek ve İstanbul’da öğretmenlik yaptı. Faşist 12 Eylül Darbesinden bir süre sonra ayrılarak özel sektöre geçti. Özel sektörün değişik holdinglerinde üst düzey yönetici olarak görev yaptı. Bu arada iktisat fakültesi ile lisans, MÜ Kamu Yönetiminde ise yüksek lisansını tamamladı. YÖK’ün doktora sınavlarına girip kazanmasına rağmen devam etmeyerek gazetecilik yapmaya başladı. Yazarlığını ve yazı işleri müdürlüğünü yaptığı Değişim adlı gazetesinde yazdığı bir makalesi nedeniyle darbeci Kenan Evren tarafından “bana hakaret edildi” diyerek hakkında dava açıldı. Yurt içi ve yurt dışında büyük ilgi odağı haline gelen bu davanın duruşmaları; “darbeciler yargılansın” kampanyasına dönüşünce beraat ettirildi. Halen yazları yazlık cennetim dediği Dersim’deki köyünde; kışları ise kışlık cennetim dediği Datça’da yaşıyor.