GÖNÜL YARASI AFİŞİ

ÖĞRETMENİN HAYATLA SINAVI

MUSTAFA PALA

Çürümeye yüz tutmuş kapitalizmin öğretmen için son icadı, onu “Öğretmenlik Meslek Yasası”nın hiyerarşisine ve performans sistemi içine sıkıştırmaktır. “Gönül Yarası”nda, sona erenlerin, yitip gidenlerin yönetmeni Yavuz Turgul, gönlü yaralanan, eridikçe aydınlatan bir mum gibi yanan öğretmene ağıt yakıyor. Cumhuriyet öğretmeni bu ağıtı, destana çevirecektir kuşkusuz!

SON DERS: OKUYUN!

“Hayat böyle bir şey işte. Her şeyin bir başlangıcı, bir sonu vardır. Bugün benim öğretmenliğimin son günü. Emekli oluyorum, (alaycı) çok şükür sizden kurtuluyorum. Ama hayat sizin için devam ediyor. Benden sonra gelecek olan öğretmeninizi iyi dinleyin. Derslerinize iyi çalışın. Koşullar ne olursa olsun, bir daha tekrarlıyorum, koşullar ne olursa olsun, mutlaka okula devam edin. (Desenli örtüsü olan küçük öğretmen masasından kalkar.) Şimdi ananız babanız bir sürü şeyleri bahane edip sizi okuldan alıp tarlaya, bağa bahçeye yollayabilir. ‘Para yok, pul yok’ deyip başlık parası için sizi evlendirebilir. Bu lafım kızlara, izin vermeyin. Gerekirse baş kaldırın, dayak yiyin, isyan edin, evden kaçın; ama okuyun! Size ‘Bizim kaderimiz budur, yapacak bir şey yoktur!’ diyenlere inanmayın. Unutmayın, kaderinizi alt edecek olan sizlersiniz. (Sıvası dökük duvarda asılı panonun yanına durur.) Okumak cehaletten kurtulmak, dünyayı anlamaktır. Size biçilen yaşamı değiştirebilmektir. (Panoda Mustafa Kemal Atatürk, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Uğur Mumcu ve diğerlerinin resimlerini gösterir.) Şu resimlere bakın, yazdıklarını tekrar tekrar okuyun. Ben olmasam bile onlar size yol gösterecektir evlatlarım…”

Çoğumuzun ilkokul yıllarında, unutamadığımız öğretmenimizden dinlediğimiz bir tirattır bu. Bu kez Gönül Yarası’nın açılış sekansında Nazım Öğretmen konuşuyor, okulun ve öğretmenliğinin son gününde. Öğrencileri pürdikkat onu dinliyor, Anadolu’nun uzak bir köyündeki maddi olanaklardan yoksun ve yoksul okulunda. Cumhuriyet değerlerini içselleştirmiş her öğretmenin temel vurgusudur okumak, aydınlanmak, özgür bireyler olmak ve kendi kaderini eline almak… 

Adanmışlık duygusundan uzaklaşıyor muyuz?

GÖNÜL YARASI

Türk sinemasının vefalı yönetmeni Yavuz Turgul’un, emekli bir ilkokul öğretmeni merkezinde ördüğü, oldukça dokunaklı birkaç hikâyeyi iç içe ve içe işleyen bir sesle anlattığı Gönül Yarası’nı (2005) izliyoruz. Öyle bir yara ki, hep açık ve kanıyor film boyunca.

Nazım (Şener Şen), Anadolu’nun uzak bir köyünde görev yapmış, öğrencilerini ailesinden ve çocuklarından daha çok sevmiş, korumuş, adanmışlık timsali bir öğretmen; Dünya (Meltem Cumbul), 13 yaşında uğradığı tecavüzde bile ailesi tarafından korunmamış, dışlanmış, pavyonlara düşmüş; psikopat kocasından yediği dayaklara dayanamayarak İstanbul’a kaçmış, hayatın sillesini yemiş bir türkücü; Halil (Timuçin Esen) karısı Dünya’yı takıntılı bir aşkla sevmiş, onun için gözünü kırpmadan dünyayı yakabilecek bir mecnun; Melek (Ece Naz), kocasından sürekli şiddet gören annesi ile karısının sesine âşık olup onunla evlenen babanın şiddetine bir tepki olarak susmuş, bir daha hiç konuşmamış küçük kız.

Nazım Öğretmen, dedesi İstiklal madalyalı bir gazi, babası Halk Partili, solcu ve oğlunun adını bile Nazım Hikmet’ten almış bir öğretmen. Tam bir vatansever olarak yetiştirilmiş; kendini ülkesine ve milletine adamış, ‘şartlar ne olursa olsun’ tutmuş Anadolu’nun yolunu, ışık götürmüş vatanın en ücra köşesine. Bu adanmışlığa dayanamayan karısı onu terk etmiş; aynı nedenle koruyamadığı kızı, adı Nazım’ın büyük aşkından mülhem ‘Piraye’ (Devin Özgür Çınar), yakalandığı hastalıkla doğurma yetisini yitirmiş; oğlu, adı Piraye’nin oğlundan esinli ‘Memet’ (Güven Kıraç), kapitalizmin çarkına ayak uydurmuş, para peşine düşmüş.

Emekli olunca İstanbul’a, çocukluğunun geçtiği Samatya’ya döner Nazım Öğretmen. Baba yadigârı evindeki kiracıları rahatsız etmemek için çocukluk arkadaşlarının yardımıyla ev tutar, emekli ikramiyesini alana ve emekli maaşı bağlanana kadar Takoz’un (Sümer Tilmaç) taksisinde çalışmaya başlar. Doğu’da bir okulun dört duvarı kadar küçülen dünyası, İstanbul’da iğneye göre samanlık kadar genişlemiştir. Neyi nasıl yapacağının şaşkınlığını henüz üzerinden atamamışken, yolu yine kocasından dayak yiyip İstanbul’a kaçarak bir pavyona sığınan Dünya ve küçük kızı Melek’le kesişir.

FİLMİN TEMEL SORUNSALI

Nazım Öğretmen’in, öğretmenlik yaşantısı boyunca bir köy ortamında, ilkokul çocuklarıyla ilişkilerinden ibaret kalan hayat deneyimi, onu tam bir yaşama acemisi kılmıştır. Koruma güdüsüyle hareket edip Dünya’yı ve Melek’i evine alır; onlara yardım eder, hayata tutunmalarını sağlamaya çalışır. Bu fedkarca mücadelesi, kimi kez Halil’in zora dayalı karşı koyuşuna; kimi kez en yakın arkadaşlarının bile bu koruma güdüsünü yanlış anlamalarına; kimi kez çocukları Piraye ile Memet’in kendilerine göstermediği bu yakınlıktan ve koruyuculuktan babalarını vaz geçirme sitemlerine ve çoğu kez de İstanbul’un zorlu yaşam şartlarına çarpar. Hikâyenin dramatik örgüsü bu minvalde adım adım trajik bir finale ilerler.

Ancak filmin temel sorunsalı; onca yıl öğretmenlik yapmış, birçok çocuğun hayatına dokunmuş, Doğu kültürü ve yaşamını yakından deneyimlemiş halkçı, aydınlanmacı öğretmen Nazım’ın; bütün bunları yaparken bir birey olarak kendinden, çocuklarından, ailesinden ve daha da önemlisi yaşamın gerçeklerinden nasıl olup da bu denli uzaklaşmış olmasıdır. Evet, Nazım Öğretmen, bireysel acılarını üstünde bu kadar şikâyetsiz taşıyan, naif öğretmen türünün son örneğidir belki de.

TÜKENİP GİDENLERİN YÖNETMENİ

Yavuz Turgul da bu “son”ların, sona erenlerin, tükenip gidenlerin yönetmenidir zaten! Senaryosunu yazdığı Züğürt Ağa’da (1985) tükenip giden ağalık kurumunun son temsilcisinin şehirdeki son çırpınışlarını; ilk yönetmenlik denemesi Fahriye Abla’dan (1984) sonra çektiği Muhsin Bey’de (1987), arabeskle kavgalı Türk sanat müziğinin son savaşçısını; Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’nde (1990), artık kimsenin el sürmediği bu tarz filmlerin son ustasını; Gölge Oyunu’nda (1993), sahne sanatları geleneğinin son temsilcilerini; Eşkıya’da (1996), ‘o güzel atlara binip giden’ vicdanlı güzel insanların sonuncusunu; Av Mevsimi’nden (2010) sonra çektiği Yol Ayrımı’nda da (2017) uluslararasılaşan ve mafyalaşan sisteme direnen, insani yönsemelerine yenilmiş son kapitalisti anlatır.

Ve işte Gönül Yarası’nda da bir zamanlar Ali Rıza Binboğa’nın sevecenlikle söylediği, şimdi artık Öğretmenlik Meslek Yasası ile hiyerarşik performans sistemiyle kapitalist çarkın dişlilerinde işi de gönlü de yaralanarak yitip giden “ana baba gibi kutsal öğretmen”e ağıt yakar Yavuz Turgul!

Lütfi Ömer Akad, Halit Refiğ ve Ertem Eğilmez gibi ustalara duyduğu derin bir saygıyla sinemasını kuran Turgul, Yeşilçam’a dudak bükenlere karşı, ‘Onlar olmasaydı bu filmler de olmazdı!’ duruşuyla cevap verecek denli değerbilirdir. Yönettiği filmlerle birlikte 21 kadar hatırı sayılır senaryoya da imza atan Yavuz Turgul, onlarca ödülün sahibi olarak sinema dünyasında sağlam bir yer edinmiştir.

Gönül Yarası’nın Görüntü Yönetmeni Soykut Turan’ın kimi kez suluboya tablolar tadında ustalıklı çerçevelemelerini, 42. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Müzik Ödülü’ne layık görülen Tamer Çıray’ın özgün müziğini, Meltem Cumbul’un yorumlayıp seslendirdiği Ayrılık Ateşten Bir Ok ile Etek Sarı şarkılarını, Neşet Ertaş’ın çalıp söylediği Karlı Dağlar türküsünü ve Aynur Doğan’ın seslendirdiği Dar Hejiroke adlı Kürtçe türküyü de filmin artılarına eklemek gerekir.

Yine 2005’te Gönül Yarası’ndaki Nazım Öğretmen rolüyle 42. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alan Şener Şen, aynı festivalde Halil rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görülen Timuçin Esen’e 2006 Palm Springs Film Festivali’nde En iyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görülen Meltem Cumbul’u da eklersek filmin nasıl bir kadroya sahip olduğu anlaşılır. Tabi buraya 2005 Uluslararası Queens Film Festivali’nin En iyi Film Ödülü’nü ve 2006 Idaho Film Festivali En İyi Senaryo Ödülü’nü yazmayı da unutmayalım.

YÜZLEŞME

Usta oyuncu Şener Şen ile her birlikteliklerinde Türk sineması adına önemli yapımlar ortaya çıkaran Yavuz Turgul, Eşkıya’dan dokuz sene sonra tekrar buluştukları Gönül Yarası’nda her ne kadar yaralı, çılgın bir aşk öyküsüne odaklanmış olsa da filmin bizde bıraktığı asıl etki, adanmış, duyarlı bir öğretmenin, kariyerinin gerekleriyle bireysel yaşamı arasında sıkışmışlığından kaynaklanan can yanmasıdır!

Cam kırıkları üstünde yalın ayak ilerleyen filmde can yakıcı birçok sahne var; ama bizim bütün bunları burada yazıya geçirerek sinemanın etkili diline karşı gelecek halimiz yok. Nazım Öğretmen’in, mahvına neden olduğu kızına gözyaşları içinde verdiği özeleştiriyle yetinelim. Bu, Öğretmen Nazım’ın kendisiyle yüzleşmesidir ki derin bir iç muhasebe olarak dökülür dudaklarından. Bu sekans tüm öğretmenlerin kendileriyle ve kariyerleriyle yüzleşmesine vesile olsun:

Ben bütün bunları niye yaptım, hâlâ bilmiyorum! Niye kendimi bu yalnızlığa mahkûm ettim? Niye ailemin beni terk etmesini engelleyemedim? Niye hayatımı boş hayaller için yok ettim, bilmiyorum! Üstelik sonunda elime geçen ne biliyor musun? Koskoca bir hiç! Sadece üç beş öğrenci mektubu ve içinden çıkan fotoğraflar… İşin en acıklı yanı da şimdi bu kızım: Bir daha dünyaya gelsem gene aynı yollardan yürüyeceğimi biliyorum! Demek ki yaşanan onca hayal kırıklığı, fişlenme, sorgular bana bir şey öğretememiş. Tuhaf bir durum, acı çekmeye gönüllü olmak! Ruhunu o işten alamamak! Bana hem keder verdi hem mutluluk. Acını katmerleştirmemek için artık sana görünmeyeceğim kızım! Beni affet demiyorum, evlat sahibi olamamak korkunç bir şey. Kendi ideallerimin bedelini sana ödetmem affedilmez yavrum. Hepimiz hayallerimizin kurbanıyız”.

İdeallerimiz ile yaşadığımız realiteyi uyumlulaştırmanın bir yolu olmalı mutlaka. Önce kendimizin öğretmeni olmak gibi mesela!

“Sen ilkyazı önce kendinde oluştur

ve sonra büyüt hiç solmayanı!”

(Hilmi Yavuz)

 “Benim adım niye Nazım, senin adın Piraye, abin Memet! Niye?” diye sorar Nazım Öğretmen.

Sahi niye?

Kaynak:  https://mustafapala.blog/2022/11/04/ogretmenin-hayatla-sinavi/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir