8 MART KADIN

MUSTAFA PALA

Hak, adalet ve eşitlik mücadelesinde canını ortaya koymuş kadınların, hatta depremden saatler sonra enkaz altından çıkarılan acılı kız çocuklarının resimlerini tişörtlere, kupalara, fularlara basarak metalaştıran ve yıllardır sömüren kapitalist sistemle ve kadınlarımızı cinsel bir nesneden ibaret görüp eve kapatan, sosyal yaşamdan koparan gerici, yoz ahlakla mücadele etmeden “Dünya Kadınlar Günü” kutlanamaz!

Mustafa Pala

Bu nedenle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde gökyüzünün yarısını sırtlayan ve yeryüzünün yarısını kucaklayan kadınlarımızı, kadın şairlerimizle ve onların şiirlerinden dizelerle selamlamak; bu anlamlı günlerinde onlara verilecek tişörtlerden, kupalardan, fularlardan ve çiçeklerden çok daha değerli olacaktır.

KADIN ŞAİRLERİMİZ CUMHURİYET’LE KADIN OLDU

8 Mart, dünya kadınlarına sosyalizmin bir armağanıdır. 1910 Ağustos’unda İkinci Sosyalist Enternasyonal’in Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Alman Sosyal Demokrat Partisi delegesi Clara Zetkin ve arkadaşlarının önerisiyle her yıl Dünya Kadınlar Günü düzenlenmesi kabul edildi. 1921’de Üçüncü Enternasyonal’de “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı uygun görüldü. Sonrasında gerek tarihsel ve sosyal koşulların gerekse liberalizmin etkisi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kabulüyle 1977’den itibaren 8 Mart, kadınlara hak değil, çiçek verilen bir gün olarak anılır oldu.

Kadın, doğanın kendisine verdiği doğurganlık özelliğiyle kazandığı üstünlüğünü, insanın avcı toplayıcı yaşam süresince korudu. Toprağa bağlı, yerleşik tarım yaşamına geçişle üretime görece güçlü beden yapısıyla erkek girdi, savaşları o yaptı. Üretimin artması ve ürün fazlasının yarattığı sınıfsal yapı, kadının sahip olduğu üstünlüğünü elinden aldı. Artık o erkek egemen feodalitede evinin, kapitalizmde burjuva sınıfının işçisiydi ve sosyal yaşamda ikinci sınıftı, sanat ve edebiyatta da.  

Bu nedenle Halk ve Divan şiiri gibi Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Âti şiiri de kadın duyarlığından ve bir kadın bakışından uzaktır. Bu şiirlerde kadın çoğunlukla idealize edilmiş sevgilidir, sevilendir; ama edilgindir ve nesneleştirilmiştir. Bu dönemlerin edebiyatlarında kadın şaire rastlamak pek mümkün değildir. Her şey gibi şiir de erkek işidir ve eli hamurlu olanın edebiyattan uzak durması gerekir!

Çok aranırsa Divan edebiyatında kadın şair olarak Zeynep Hatun, Mihrî Hatun, Fıtnat Hanım, Leylâ Hanım, Âdile Sultan, Feride Hanım, Münire Hanım, Leylâ Hanım (Saz), Nigâr Hanım bulunabilir; ancak onlar da erkek duyarlığıyla şiir yazabilir ve yazabilmiştir. Kadın özne kimliği ve o öznenin iç dünyası, kadın bakışı yoktur bu şiirlerde. Onlar da erkek şairler gibi âşık oldukları sevgili kadını betimler, onun için acı çekerler… Bu şiirlerde özne kendini nesneleştirmiştir bir bakıma!

Cumhuriyetin ilk yıllarında varsıllıkları Osmanlıdan miras ailelerden gelen Makbule Leman, İhsan Raif, Şükûfe Nihal gelenekten pek uzaklaşmadan şiir “terennüm ederler”. Zengin ailelerinin onlara sağladığı iyi eğitim olanakları geleneksel şiir bilgilerini çoğaltır, ama derinleştirmez. Cumhuriyet aydınlanmasının ve kültürünün henüz kökleşemediği bu geçişte özne olamayan kadın, kendi yaşamının içinden özgün şiir de yaratamaz. Dilleri erkek dili olduğu gibi görgü, algı ve duyguları da erkektir. O şiirlerde kadın insana rastlanmaz.

Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı, 7. Bab

Kadının kadın şair olması, Cumhuriyet aydınlanmasının kökleşmesi ve içselleştirilmesiyle olanaklı hale gelecektir. Nihayet şair kadınlar ya da kadın şairler ancak bundan sonra kimlikleri ve kişilikleriyle Türk şiirine damgasını vurmaya başlayacaktır. Özellikle 1950- 60’lardan itibaren Türk şiiri kadınla tanışacak, tanışmakla kalmayacak, kadınsız da anlatılamaz ve anlaşılamaz olacaktır. Türk şiiri, kadın şairlerimizle yeni bir boyut ve derinlik kazanacak, insanı daha derinlikli anlama ve daha etkili anlatabilme olanaklarını geliştirecektir.

Türk şiiri, kadının toplumsal özne olarak konumunu yakın tarih içinde iki yönden doğru bir biçimde betimledi: Biri, kurtuluş mücadelesi içinde kadınımızdı ve Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı’nın 7. Bab’ında şöyle anlattı onu:

ve kadınlar 

 birbirlerinden gizleyerek 

 bakıyorlardı ayın altında

 geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek

 ölülerine.

 Ve kadınlar

 bizim kadınlarımız:

 korkunç ve mübarek elleri,

 ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

 anamız, avradımız, yârimiz

 ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

 ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen 

 ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

 ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

 ve karasabana koşulan

 ve ağıllarda

 ışıltısında yere saplı bıçakların

 oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle

 bizim olan kadınlar

bizim kadınlarımız

Diğeri, kuruluş mücadelesi içindeki kadınımızdı, sosyal yaşama katıldıkça güçlendi, güzelleşti; tıpkı Orhan Veli’nin Quantitatif’indeki bir yürek atışı gibi:

 “Güzel kadınları severim,

 İşçi kadınları da severim,

 Güzel işçi kadınları

 Daha çok severim.”

CUMHURİYET’İN KADIN ŞAİRLERİ

Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984) Yazar, şair ve öğretmen. Genç yıllarından itibaren sosyal kuruluşlarda çalıştı.  Şiir yazmaya mütareke yıllarında başladı. Türk Kurtuluş Savaşı’nın etkisi ve heyecanıyla millî edebiyat akımına katıldı, şiirlerinde hececi anlayışa bağlı kaldı. 6 şiir, 7 roman, 2 anı kitabı var.        

Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984)

(…)

 Mâbeddir orası, meyhane değil.

 Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler…

 Ömrünün her günü bir başka düğün!

 Bülbüller koynunda aşkı çiçekler

 Güller dökülürler göğsüne bütün.

 Gerçekten güzelsin, efsane değil..

 Altınlı başında papatya niçin?

 Sarı saçlarına pembe gül takın!

 Git bahar, gönlümde ibadet için

 Diz çöken kızları ürkütme sakın,

 Kalbime girme, o, kâşane değil. (…)

(Git Bahar!)

Gülten Akın (1933-2015) Avukatlık ve öğretmenlik yaptı. Birçok kurumda kurucu ve yönetici olarak görev aldı. Şiirleri 1951’de yayımlanmaya başladı. 1970’li yıllarda toplum sorunlarına yöneldi. Halkın yaşam biçimini yükseltmek için şiiri de yükseltmek gereğine inandı. 12 şiir kitabı 3 cilt Toplu Şiirler’de bir araya getirildi.

Gülten Akın (1933-2015)

“Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi

 Bir şeycik olmadı deneyin lütfen

 Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım

 Günaydın kaysıyı sallayan yele

 Kurtulan dirilen kişiye günaydın

  (…)

(Kestim Kara Saçlarımı)

Türkan İldeniz (1938- ) Şiirleri 1956’dan itibaren çeşitli dergilerde yayımlandı. Kadın duyarlığını öne çıkardığı şiirleriyle, Cumhuriyet dönemi kadın şairleri arasında adından söz ettirdi. Ataol Behramoğlu’nun saptamasıyla, şiirlerinde romantik, başkaldırıcı kadın kişiliğiyle dikkati çekti. Eserleri, Taşra Kızının Deliceleri (1966) ve Havva Çıkmazı (1967).

Türkan İldeniz (1938)

Dağılıp belkileri aramak öyle

 Sonuçta belki şenlik belki yenik

 İnsan olmak sorunu ilk

 büyük açılar bileşkesinde.

 Hep kurtarmak baş tutku

 Duyguları katı çarklardan

 Korkusuz yaşamak hançer ucu

 Şimdi yoluna ayna tutan.

 (…)

 Yürek özgür yaşamak ister

 Kimselere yüksünmeden, kızmadan

 Buyurmaya açılan ağızlara bir tomurcuk

 Barış çocuklarından.

(Sevgi Bayrak Olursa Evrene)

Melisa Gürpınar (1941-2014). İlk şiir kitabı Umut Pembeleri 1962 yılında yayımlandı. 1990’a kadar 8 şiir kitabı daha çıktı. Çocuk ve gençlik romanlarına da imza atan şairin ödüllü şiirsel öyküleri ve bir de tiyatro oyunu var. Son şiir kitabı Güzel Acılar Ülkesi (2014).

Melisa Gürpınar (1941-2014)

Söz,

 şiire dönüşürken,

 bir çocuk kâkülü gibi

 kısacık mı kesilmelidir ille de?

 Hayır!

 Şiir annem gibi

 uzun uzun seslenmelidir

 uykusunda,

 olmayan sevgiliye.

  (…)

 Aslında,

 hep çocuk kalmalı şiir.

 Avuçlarında ezik bir şeker,

 yanaklarında tozlu yaşlar

 ve yüzündeki mahzun gülümsemeyle,

 pencereden bakan

 öksüz bir çocuk olarak kalmalı.

 Korkmalı gök gürültüsünden,

 tabancadan,

 kara örümcek ile perili köşkten.

 Dili peltek çorabı düşük,

 tekir kedisi kaçmış olmalı evden.

 Eğilip denize dokunmalı,

 düşlerinde yol alan

 köpüklü yelkenliden.

 Ölecekse de şiir,

 yaşlanmadan ölmeli. (…)

(Konuşmalar)

Sennur Sezer (1943-2015) İlk şiirini 1958’de lise öğrencisiyken yayımladı. İlk şiir kitabı Gecekondu 1964 yılında çıktı. Yeşilçam’a çok sayıda senaryo yazdı. Emek Partisi’nin kurucuları arasında yer alan Sezer, işçilerin, emekçilerin, kadınların her türlü hak arama, grev gibi eylemlerine destek verdi. 14 şiir; masaldan denemeye, incelemeden derlemeye 20 kadar kitap yazan şair, 2012 PEN Türkiye dâhil 8 ödülün sahibi.

Sennur Sezer (1943-2015)

Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu

 Soğan doğra kıyma koy ateşi kıs

 Ateşi kıs pirinçler diri kalsın

 Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

 Ödemez arkadaşsızlığımı

 Zor günler yaşadım

 Utanmam anmaktan

 Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım

 Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem

 (…)

 Hadi saçlarını kes ninniler söyle:

 Kızımın da adı Ayşe

 Yiğit atılır ateşe

 Bu ışık böyle büyüsün

 İş düşmez bir gün güneşe

 Hadi çamaşırları yıka ölülere ağla

 Ninni söyle:

 Kızımın da adı Bengi

 Dünyaya saldığım türkü

 Sular aktıkça durulur

 Bozuk yapılar yıkılır

 Çürür sarı yaprak gibi

 Hadi kendini yen hadi kendini

 (Akşam Türküsü)

Gülseli İnal (1947 – ) İlk şiiri 1981, ilk şiir kitabı Sulara Gönüllü Çağrı 1985 yılında yayımlandı. Yurt içi ve yurt dışında birçok ödül kazanan Dolunay adlı eseri 1988’de Şahin Kaygun tarafından sinemaya uyarlandı. Şairin 15’i şiir, 16 kitapta imzası var.

Gülseli İnal (1947)

Kaynak: https://mustafapala.blog/2024/03/08/kadin-sairlerimiz/#more-3652

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir