MEHMET GALİK
Zımage (Boğalı) köyü, Tunceli’nin Pülümür ilçesine bağlı bir köydür. Meydan Dağı’nın eteklerine kuruludur. Sırtını görkemli Meydan Dağı’na yaslayan köyün, adını, yörede konuşulan Zazacadan aldığı düşünülmektedir. Zımage’nin, Zazacada kuzey anlamına gelen, “zıme” sözcüğünden türetildiği tahmin edilmektedir.
Zımage, meşe ağırlıklı sık ormanlık alanın içinde saklı bir hazine gibidir. Yazları kısa, kış mevsimleri soğuk ve yağışlı geçer. Kış, bazı yıllar, Aralık ayından Nisan ayına devam eder. Karla kaplı dağdan kopan çığ, köy için risk etkenidir. Orman, Meydan Dağı’ndan kopan büyük kar kütlelerine siper olur.
Zımage’yi çepeçevre kuşatan meşe ormanı, köyü olası çığ felaketlerinden korur.
Köy sakinleri, Abasuşağı (Avaşu) aşiretinden on dolayında aile ile Babamansurlu birkaç aileden oluşmaktadır. Babamansurlu aileler, aynı zamanda Abasuşağı aşiretine rayberlik yapmaktadır.
Yıllar önceydi. Zorlu kış koşulları etkisini sürdürüyordu. Hemen her gün hava bulutlu ve yağışlıydı. Bölge kalın kar tabakasıyla kaplanmıştı. Köyün yaşlıları, hayatlarında bu kadar kar görmediklerini söylüyor, karın yaza kadar erimeyeceğini dile getiriyorlardı.
Hayvancılıkla geçinen köylüler kaygılıydı.
O yıllarda köyde yaşayan Babamansurlu Rayber sözü dinlenen, sevilen bir insandı. Sorun yaşayan, hastası olan çözümü onda arardı. Rayber’le yapılan sohbetlerde hemen herkes benzer sorular soruyordu:
“Bu kış biter mi, hayvanlarımız açlıktan kırılır mı?”
Rayber de onlara, “Korkmayın, her sene nasıl geçiyorsa bu sene de öyle geçecek. Birbirinize destek olun. Komşunuzun bir ihtiyacı olursa karşılamaya çalışın. Paylaşırsanız göreceksiniz kışı rahat geçiririz,” diyordu.
Rayber kimin otunun bittiğini duyarsa çağırıp istediği kadar ot veriyordu. Onun sayesinde köyde kimse mağdur olmadı. Çevre köylerden Rayber’in otunun bol olduğunu duyanlar da istemeye geliyordu. Rayber, uzaktan gelenlere önce sofra hazırlatırdı. Gelenler karınlarını doyurup dışarı çıktıklarında otun hazır olduğunu görürlerdi. Teşekkür edip taşıyabilecekleri kadar otla evlerinin yolunu tutarlardı.
Rayber’in tavsiyesine uyarak herkes yiyeceğini ve hayvan yemini birbiriyle paylaştı. Köyde fazla sıkıntı yaşanmadan Nisan ayının sonuna gelindi. Köylüler bir sabah uyandığında bulutlar dağılmış, kar yağışı durmuştu. Mavi gökyüzünde güneş pırıl pırıl parlıyordu.
Kar erimeye başlamıştı.
Mayıs ayı ortalarıydı. Köyün içinde ve çevresinde kar tamamen erimişti. Ağaçlar çiçek açmış, toprak yeşile doymuştu. Kuzular çayırda karınlarını doyurabiliyordu. Böyle güzel bir günde üç arkadaş, köyün içinden bir yere doğru gidiyordu. İçlerinden birisinin dikkatini Rayber’in sonbaharda istiflediği ve henüz bitmemiş ot yığını çekti.
Yanındakilere:
―Bakın Rayber kışın herkese ot vermişti, hâlen bir sürü otu duruyor.
―Otun biçildiği günlerde ben de Rayber’e yardım etmiştim. O zamanlarda umarım Rayber hayvanlarını bahara çıkarabilir, diye düşünmüştüm. Çünkü bana göre azdı. Oysa kendi hayvanlarını kurtardığı gibi diğer insanlara da destek oldu. Sanki bu işte bir keramet var gibi.
―Evet, orada en az on beş bağ ot artmış.
―Bence en az otuz bağ vardır.
―Ben gerçekten merak ettim. Kaç bağ kaldığına bakalım.
Üç arkadaş bağların miktarını anlamak için ot yığınının içine girmişti. Ancak ne tahmin edebiliyor ne de sayabiliyorlardı.
İçlerinden biri:
―İyisi mi birazını sökelim, daha kolay anlarız.
―Otu dağıtırsak Rayber’e ayıp olur.
En sonunda otun bir kısmını dağıtıp saydıktan sonra Rayber’in anlamayacağı şekilde yeniden istiflemeye karar verdiler. En yakın tahmin kimin olursa diğer ikisi ona bir kuzu verecekti. İkisi balyaları kenara almaya başladı. Diğeri de bunları sayıyordu. Onuncu balyayı saymışlardı ki yığının ortasından âdeta bir şimşek gibi bir ışın demeti göğe doğru fırladı. Üç arkadaş şok olmuş bir vaziyette birbirine baktıktan sonra ışığın gittiği yöne döndü. Yakınlardaki ulu bir meşe ağacına bakınca şaşkınlıkları birkaç daha arttı. Ağacın bir dalında iki beyaz güvercin kendilerine bakıyordu. Güvercinlerin güzellikleri onları büyülemişti. Daha yakından incelemek üzere yaklaştılar, güvercinler de az ilerdeki ağacın dalına kaçtılar.
Gençler âdeta büyülenmişlerdi. Artık güvercinlerin peşini bırakmıyorlardı. Güvercinler de kaçıp gitmiyor, gençleri bekliyordu. Takip, ormanın bitip kayalıkların başladığı yere kadar devam etti. Kayalıklarda küçük bir mağara vardı. Güvercinler, bu mağaranın girişine kondular. Gençler, yaklaşınca güvercinlerden biri mağaranın içine girdi. Diğeri biraz daha yukarı doğru uçtu. Gençler, mağaranın girişinden içeriyi incelediler. Güvercin görünmüyordu, saklanabileceği bir yer de yoktu. Diğeri ise yukarıda sanki onları bekliyordu. Ona doğru yürüdüler. Güvercin uçtu ve az ileride bir mağaranın kapısından içeri girdi. Bir süre sonra gençler de mağaraya vardılar. Burada da mağara birincisinde olduğu gibi boştu. Gençler çevreyi araştırmaya başladılar.
Mağaranın biraz altında ikinci bir mağara vardı ve ikisi birlikte iki katlı mağara izlenimi veriyordu. Üstteki biraz daha sadeydi. Alttaki mağaranın tabanında fincana benzer oyuklar vardı. Ortada büyükçe bir oyuk, bunun çevresinde fincana benzer 5-6 adet küçük oyuk vardı. İçleri suyla doluydu. Susamışlardı, bu sularla susuzluklarını giderdiler. Biraz dinlenmek için oturdular.
İçlerinden biri:
―Biz hangi akla hizmetle iki güvercinin peşinden buraya kadar geldik. Bir fikri olan var mı, diye arkadaşına sordu.
Diğeri:
―Kendimi büyülenmiş gibi hissediyorum. Rayber’in ot yığınından çıkan bu güvercinler bir keramet olsa gerek. Bizim onların peşinden buraya kadar gelmemizi isteyen Rayber’in keramet meleği olduğuna inanıyorum. Bu yüzden hiçbir şeye şaşırmıyorum. Şimdi hayırlısıyla geri dönelim. Rayber görmeden otunu istifleyelim.
Hızla köye doğru yürümeye başladılar. Yolda birbirleriyle hiç konuşmadılar. Âdeta şok geçirmişlerdi. Yaşadıklarına kendileri de inanamıyordu. Ot yığınının yakınına gelince korkuyla irkildiler. Rayber, otu eskisi gibi istiflemiş, kendi de bir taşa oturmuş piposunu içiyordu.
―Rayber’den özür dilemeye gidelim, dedi biri.
―Rayber şimdi sinirlidir gözüne görünmeyelim. Yarın özür dileriz, şimdi herkes gitsin, dedi diğeri.
Tam evlerine doğru dönüyorlardı ki, Rayber’in hiç de sinirli olmayan sesini duydular.
―Gençler buraya gelin.
Gençler, çekine çekine yaklaştılar. Rayber, yanına gelen gençlere dönerek:
―Çocuklar güvercinler nereye gitti?
Gençler, Rayber’e güvercinlerden nasıl haberdar olduğunu sormadılar. Sıradan bir olay anlatır gibi güvercinlerin kaybolduğu mağaraların yerlerini tarif ettiler.
Bunun üzerine Rayber:
―Şimdi evlerinize gidin. Ben yarın sabah o mağaraların birinde kurban kesmeye gideceğim. Herkes durumu ailesine anlatsın.
Ertesi gün tüm köylüler, kurbanlarıyla birlikte Malkilag mağarasına doğru yola çıktılar. O günden sonra bu mağara yörede yaşayanların kutsal saydığı bir mekân oldu.