KÜÇÜK PRENS

ÇOCUK  (H)AKLI

KÜÇÜK PRENS/LE PETİT PRİNCE

MUSTAFA PALA

Fransız pilot, yazar ve şair Antoine de Saint-Exupéry, 6 Nisan 1943’te dünyanın en çok satan ve okunan kitaplarından birini yayımladı: Küçük Prens. Bir çocuğun gözünden yetişkinlerin dünyasına bakan yapıt, bugüne kadar 210 farklı dil ve lehçeye çevrildi. Opera, tiyatro ve şarkılara esin kaynağı olan hikâyenin, 12 sinema uyarlamasından biri Mark Osborn’un uzun metraj animasyonu. Çocukların Bayramı’nda, çocuklardan öğrenme deneyimi…

Antoine de Saint-Exupéry, fil yutmuş boa yılanını şapka sanan büyüklerden dolayı resimden uzaklaşıp pilot olmaya karar vermiş

YETİŞKİN EĞİTİMİ

Eğitimi hep çocuklar için düşünmeye koşullanmış bir toplumda çocuklardan öğrenme deneyimi hiç de kolay görünmüyor; ama denemekte fayda var. Bahar günlerinin rehaveti içindeki büyüklerimiz, ancak bir animasyona katlanabilir diye düşünerek onları sıkmadan eğlenceli, duygu yüklü ve “kral çıplak” modunda bir filmin makarasını takıyoruz makinemize.

EXUPÉRY VE LE PETIT PRINCE

Artık daha iyi anlamış bulunuyoruz ki eğitim temalı filmler, genellikle sağlam bir edebî altyapısı olan kitaplardan uyarlanıyor. Belki de hikâyenin etkileyiciliği kadar, yazarın çatışmayı ele alış biçimindeki ustalık da çekiyor sinemacıları. Belli ki Fransız yazar Antoine de Saint-Exupéry’nin Le Petit Prince’i de böyle bir kitap. Kutsal kitaplar ve Das Kapital’den sonra en çok satan ve okunan kitaplardan. Her yıl ortalama 2 milyon satıyor ve yayımlanan verilere göre toplam satışı 150 milyonu çoktan geçti. İlk kez 1943’te Fransızca ve İngilizce basılmış, 210 ayrı dil ve lehçeye çevrilmiş, 12 kez sinemaya, birçok kez tiyatroya uyarlanmış, opera, müzikal ve şarkılara esin kaynağı olmuş.

Küçük Prens’in sinemaya son uyarlaması, Kung Fu Panda’dan tanıdığımız animasyon yönetmeni Mark Osborn tarafından 2015’te yapılmış. Senaryosunu Irena Brignull ve Bob Persichetti’nin imzaladığı animasyon, oldukça kalabalık bir kadroya sahip. En küçük rolü bile ünlü oyuncularca dublajlanan filmin güçlü bir yapımcı, besteci ve teknik kadrosu var.

Exupéry, yaşam deneyimlerini duyarlı ve içten bir anlatımla yazabilen, hayatının en büyük tutkusu uçmak olan bir pilot. Küçük Prens’i de çocuklar için yazmadığı, ithafı arkadaşı Leon Wert’e değil, onun çocukluğuna yapmasından belli!  Kaldı ki çocukların değil, yetişkinlerin alması gereken derslerle dolu bir hikâye. Buna karşın çocuk edebiyatı içinde değerlendirilmesi ilginçtir: “Şu büyükler de bir tuhaf oluyorlar!”

Antoine de Saint-Exupéry  (1900-1944) ve eşi  Consuleo Suncin

ÇOCUK AKLI

Hikâyeyi bilirsiniz: Resim çizmeyi seven; ama çizdiği fil yutmuş boa yılanını şapka sanan büyüklerden dolayı resimden uzaklaşıp pilot olan yazar, uçağı arızalanınca Sahra Çölü’ne inmek zorunda kalır. Yanında sadece sekiz günlük suyu vardır. Burada sarı saçlı küçük bir çocukla karşılaşır. Çocuk kendisinden koyun resmi çizmesini ister. En gerçekçi koyun resimlerini beğenmeyen küçüğün, yazarın çizdiği kapalı bir kutu resmini “İşte harika bir koyun!” diye sevinçle karşılaması pilotu şaşırtır.

Sonra Küçük Prens, yazarın yaşamına ait birçok ayrıntının simgesel olarak yer aldığı hikâyesini anlatmaya koyulur: Küçük bir gezegende tek başına yaşamaktadır. Özenle yetiştirdiği ve bakımını sağladığı bir gülü vardır. Bilgi ve görgüsünü artırmak için diğer asteroidleri gezmeye çıkmıştır.

Her asteroidde gördüklerini “Şu büyükler, çok tuhaf oluyorlar!” şaşkınlığıyla dile getirir. Her bir gezegendeki tanıklıkları alegorik bir anlatımla aktarılır okura: Kralın gezegeninde sınırsız bir otorite tutkusuna, sanatçının gezegeninde halktan kopukluğa ve kendini beğenmişliğe, sarhoşun gezegeninde umutsuzluğun getirdiği saplantı ve kısır döngüye, iş adamının gezegeninde amaçsız ve sınırsız bir sahip olma tutkusuna, fenercinin gezegeninde emri sorgulamadan kabullenip bilinçsizce çalışmaya, coğrafyacının gezegeninde araştırmayan ve elitist bilim adamına tanık olur. Son gezegen Dünya’da ise insanların öz değerleriyle değil, dış görünüşleriyle ve kıyafetleriyle anlam ve değer kazandıklarını görür.

SORUNLU BİR PARAGRAF

Aç parantez: Küçük Prens’in yaşadığı Asteroid B-612’yi bulan “fesli, ilkel giyimli” bir Türk, kıyafeti nedeniyle 1909’daki Astronomi Kongresi’ne alınmaz; ancak ülkesinde bir “diktatörün” halkına Batılılar gibi giyinmesini emrettikten sonra keşfi, şık giysilerle katıldığı 1920’deki Kongre’de kabul edilir! (Şu Batılı büyükler de bir tuhaf oluyorlar!)

Bu olayın anlatıldığı paragraf nedeniyle MEB kitabı 100 Temel Eser listesinden çıkarmış (Sonra yine eklemiş!) ve 102 farklı Türkçe baskısının çoğunda bu paragraf, Atatürk’ü korumak adına sansürlenmiş! Bu özgüven yoksunluğu anlaşılır gibi değil. Hem Şapka Devrimi 1925’te, hem Kıyafet Kanunu 1934’te hem de Atatürk hasta yatağında 1938’dedir! (Şu Türk büyükleri de bir tuhaf oluyorlar!) Kapa parantez.

KİTAPTAN ANİMASYONA

İnsanların körleşme sorunsalından modernizme karşı bir manifestoya kadar çok katmanlı bir anlam evreni içinde okunabilecek kitaptan, Mark Osborn’un üç boyutlu, duran nesneleri hareket eder gibi gösteren stop-motion tekniğiyle yaptığı animasyonuna dönecek olursak, senaristler orijinal hikâyeye hem paralel hem de onu sürdüren ek bir hikâye yazıyorlar: Bu kez hikâyenin odağında küçük bir kız çocuğu var. Günümüzün egemen yarışmacı, rekabetçi ve paralı eğitim anlayışına okkalı bir tokat aşk edercesine, yaşamı annesi tarafından dakika dakika programlanmış ve hayallerine el konulmuş, büyüklerin dünyasına adım atmaya hazırlanan bir kız çocuğu.  

Didaktik bir dil, zaman zaman rahatsız edici boyutta kendini hissettirmiyor değil: “Anne, bu sadece mıknatıslarla dolu bir tahta! Sen onu benden çok önemsiyorsun! Sana göre benim hayatım bu, ama bana göre değil!” Küçük kız, gece gündüz durmadan ezber yapan, annesinin onu kaydettirmek istediği kolejin mülakatında altında ezildiği psikolojik baskıya dayanamayarak bayılan, tipik bir merkezî sınav hazırlığındaki günümüz öğrencisi! Ona sadece yapması gerekenler söyleniyor, o da yapıyor…

Antoine de Saint-Exupéry  (1900-1944)

Ta ki annesinin kayıt için hazırladığı B planı gereği, kolejin adres kapsamına girmek amacıyla taşındıkları yeni evlerindeki komşuları, hayal dünyası zengin, iyi kalpli pilotla tanışıncaya kadar. Küçük Prens’in tekdüze yaşamından koparıp aldığı, renkli bir iç dünyaya getirip koyduğu yaşlı pilot, bu andan sonra küçük kızı, sınırlarla dolu o gri dünyasından çekecek, hayallerini kanatlandıracak, içini kıpır kıpır eden yıldızlarla dolduracaktır.

PARALEL ÖYKÜYE YOLCULUK

Osborn’un, Küçük Prens’in yaşayıp duyduklarını bir kere daha anlatmak niyetinde olmadığı, kitabın okur üzerindeki etkisini sorgulamayı amaçladığı film, ilk yarım saat animasyona ait paralel öyküyle yürüyor. Bu bölümde üç boyutlu bir görüntülemeye neden gerek duyulduğu pek anlaşılmasa da küçük kızın nesnel dünyasının üstüne düş dünyasını koyduktan sonra film tam bir görsel şölene dönüşüyor ve 3D’nin etkisi kendini hissettiriyor. Bundan sonra simgesel bir anlatım öne çıkmaya başlıyor.

Komşusu yaşlı pilot, ona Küçük Prens hikâyesinin sonunu anlatınca küçük kız çok üzülüyor: “Keşke bana bu saçma hikâyeyi hiç anlatmasaydın!” Odasındaki yıldızları süpürüp atıyor. Gerçek hayatın katı gerçekleri kendini duyurmakta gecikmiyor. Kendisi yaşlı, ama hayalleri genç arkadaşının tamir ettiği uçağıyla ve yanında evcilleştirdiği tilkisiyle Küçük Prens’i bulmak için yola çıkıyor.

“BÜYÜK” PRENS

Onu her şeyin mümkün olduğu bir dünyada arayacak, büyümüş bir baca temizleyicisi olarak bulacaktır. Küçük kıza bakıp “Çocuklar gerçekten de çok tuhaf oluyorlar!”  diyecek kadar büyümüştür Küçük Prens! Kurallar, yasaklar, cezalarla dolu büyüklerin dünyası Prens’in düşlerini, içsel zenginliğini ve geniş ufkunu kırıp parçalamış, yok etmiştir. O kadar ki anımsadığı bir geçmişi, bilincinde olduğu bir kimliği bile yoktur artık!

“İşe yaramayan her şeyi, işe yarayan bir şeye dönüştüren” zengin iş adamı, küçük kızı ‘Bay Prens’in büyütülüp işe yarar hale getirildiği büyüme sürecini hızlandıran makineye koyar; ama büyütemez. Küçük Prens, hikâyedeki çizimleri görünce anımsamaya başlar kimliğini, geçmişini ve yaşlı pilotu: “Asıl sorun büyümek değil, büyürken unuttuklarımızdır!”

ASLAAA!

Bir fanusa toplayıp hapsettiği yıldızlar için “Bu yıldızların sahibi benim! Onlar tembel insanların boş hayaller kurmasına neden oluyorlardı; ama şimdi işe yarar hâle getirildiler.” diyen iş adamına karşı, “Ben başarısız değilim, ben umutsuz vaka değilim. Ben bir gülü seviyorum!” haykırışıyla Küçük Prens’in de katıldığı; iş adamının “Kaçamazsınız, çocuk olduğunuzu ne zaman unutacaksınız?” sorusuna hep birlikte verilen güçlü bir “Aslaaa!” yanıtıyla, aralarında amansız bir mücadele başlar. Hapsedilmiş yıldızları kurtarırlar ve bu gezegenden hızla uzaklaşırlar.

Sonunda renkli dünya ile gri dünya arasındaki çelişki şöyle çözülür: Reel dünyanın katı kuralları içindeki mükemmeliyetçi anne; düşsel dünyanın yaratıcı, duygulu küçük kızına boyun eğmiştir!

Küçük kız, sınıfta kitabın görsellerinden birini tahtaya çizer: “Bunun bir şapka olduğunu düşünüyorsunuz; ama değil!”

BÜYÜKLERE DERSLER

“Uykularından uyandıramadığımız ne çok insan var!” demişti Antoine de Saint-Exupéry. Bu yüzden belki de uyandırma hizmeti verdiği Küçük Prens’i yazdı. “Büyükler” daha iyi anlasın diye orijinal hikâyenin biraz sadeleştirilerek anlatıldığı paralel hikâye de onlar için derslerle dolu. Filmden birkaç cümleyi şuraya yazalım da ders çıkarmak isteyen büyüklere yardımımız dokunsun; malum “Şu büyükler de bir tuhaf oluyorlar!”

“Gözler gerçeği görmez, yüreğiyle aramalı insan…

“Gülü değerli kılan, ona harcadığın zamandır!”

“Çölü güzelleştiren, bir yerlerinde sakladığını bildiğin sudur!”

Bir ders de çocuklara:

Yetişkinlere karşı daima anlayışlı olun!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir