AJAN-MUHBİR

YILMAZ FIRAT

(Emekli Orman İşletme Şefi-Orman Mühendisi)

Son yıllarda İstanbul’da görev yaptığım için, İstanbul’un güneyinden başka yer görmemiş arkadaşlarım sıkça “Yılmaz, orman mühendisi İstanbul’da ne iş yapar?” diye sorar. Aslında “Orman mühendisi ne iş yapar?” sorusu daha yerinde olur. Mesleğimiz pek çok ağır sorumluluk içeriyor ama ben yalnızca “koruma” görevimizden söz edeceğim.

Yılmaz Fırat (Kaçakçılığa geçit yok!)

Sorumluluk sahalarımızda birçok orman ürünü kaçakçılığıyla mücadele ediyoruz. Bu çabalar, çevremizdeki köylüler tarafından yakından izlenir. Bu mücadelede yerel halkla iş birliği oldukça önemlidir. Sahada, kaçakçılara karşı beni yönlendiren kadın ve erkek muhbirlerim olurdu; ev telefonumdan arayarak ihbarda bulunurlardı. Erkeklerden gelen ihbarlar genellikle yanıltıcı olurdu; ancak kadınların verdiği ihbarlar neredeyse yüzde yüz doğru çıkardı. Örneğin, Kastamonu İnebolu’da, bir kadın muhbirin yardımıyla sahte damgalı (ki bu çok zordur) emvali yakalamıştım. İstanbul Göçbeyli ve Paşaköy’de de kadın muhbirler sayesinde birçok kaçakçıyı yakaladık. Görev yerimden ayrıldıktan sonra bile bana haber vermeye devam ederlerdi; ben de bu ihbarları ilgili arkadaşlara bildirirdim.

İnegöl Orman İşletme Müdürlüğü (Kaçakçıların korkulu rüyası!)

Ancak en unutamadığım olay, 1996 yılında İnegöl Lütfiye Köyü’nde gerçekleşti. Kaçakçı Sadettin’in oğlu A., ormanı âdeta talan ediyor ama bir türlü yakalanamıyordu. Bir gün köyün aktivist kadınlarından biri fark ettirmeden önüme geçti: “Çok çabalıyorsun, bana telefonunu ver, sana haber vereyim,” dedi. Ertesi sabah, mesai başlamadan önce ev telefonum çaldı. “Kamyonu sardı, tam Cuma namazı vakti İsaören’den geçecek,” dedi ve kapattı.

Silahımı belime taktım. Direnirse ayaklarına sıkacak kadar kararlıydım. Memurlara haber vermeden, şoförüm Fikret Yılmaz’la birlikte tam namaz vaktinde İsaören’de Inter Puc-Up aracıyla yolu kestik. Yolda volta atıyordum. Kamyon yüklü hâlde geldi; durdurdum. Hemen aracımın telsiziyle yardım çağırmak için yöneldim. O esnada Sadettin’in oğlu A. arabadan atladı, belindeki silahı çekip mermiyi ağzına sürdü. Hızla üzerime atıldı ve namluyu kalbimin üzerine koydu. Beni arabadan uzaklaştırdı. Silahıma davranmaya bile fırsat bulamadım.

Şoförüm Fikret, direksiyonda donakalmıştı. O sırada Bursa Orman Bölge Müdürlüğü Koruma Ekibi Boğazova tarafından gelirken olayın içine düştü. Bir anda, kaçakçının kamyonunun etrafında 6-7 kişi olduk. Sadettin’in oğlu hızla kamyona atladı, yoldan çıkarak tarlalarda kayboldu. Gerçek bir ölüm tehlikesi atlatmıştım.

Telsiz anonslarıyla kamyonu İnegöl’de boş bir şekilde, emvali de bir tarlada bulduk ve müsadere ettik. Sadettin’in oğlu A. iki gün sonra tutuklandı. İlk duruşmaya, sağ olsunlar, 4-5 bölge şefi arkadaşım benimle birlikte geldiler; adeta koruma görevlisi gibiydiler. Adliye merdivenlerinde Sadettin önüme çıkarak, “Şefim, senin de çocuğun var. Bir çocukluk yapmış, özür dilesin, şikayetçi olma,” dedi. Arkadaşım Nezir Ayhan ise, “Yılmaz’ın çocuğu silahı çekti mi, tetiğe basar. Seninki basmadan geriye koydu, Sadettin,” diyerek karşılık verdi.

Kısa süreli bir gerginlikten sonra sükûnet sağlandı. Hâkim “Şikâyetçi misiniz?” diye sordu. “Evet, şikâyetçiyim,” dedim. Tanıklığım sona erdi ve salondan çıkarıldım.

Hemen ardından İstanbul’a atamam gerçekleşti. Ancak bu olaydan sonra, Lütfiye köyü ormanlarından dolayı, ideolojik takıntılı bir muhakkikin raporuyla gıyabımda yetmiş bin liralık tazminat davasıyla karşılaştım. İlk duruşmada beraat ettim.

Hakkımı helal etmiyorum. Buradan, usulsüzlükle mücadele eden tüm meslektaşlarımı selamlıyorum.

(Pülümür Haber, 3 Mayıs 2025)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir