MEHMET PEKEL

Kötü nedir ? İyi nedir? Biri için iyi olan bir başkası için kötü olabilir mi? İnsanlığın yeryüzü serüveni boyunca bu olgular üzerine düşünülmüş;felsefe,tıp,edebiyat vb birçok disiplinin konusu olmuş, iyilik ve kötülük üzerine pek çok şey söylenmiş.

Görünen o ki iyi ve kötü, iyi arkadaşlar. Birbirlerinden pek ayrılmıyorlar. Bu kavramları adlandırırken zıtlığın anlatım gücünden ve metaforlardan yararlanıyoruz. İyi kötü, güzel çirkin, melek şeytan… Melek gibi insan diyoruz ya da ne şeytandır o. İnsanın doğasında var olan iyilik ve kötülük zaman zaman açığa çıkıp korkutuyor bizi. Kötü dediğimiz veya toplumun ya da genelin kötü olarak kabul ettikleri, çoğu zaman yasalar, din, toplumsal yargılar, kültürel öğretiler tarafından baskılanıyor. Ama bu “kötü” olan şeyler insan bilincinin derinliklerinde derin uykularda kendini uyandıracak etkilerin tetiklenmesini bekliyor.

Mehmet Pekel

Tüm dinler öldürmemeyi emreder, öldürmek kötüdür, o iş tanrınındır ve bu konuda kimseye yetki vermemiş ama öldürüyoruz. Hatta tanrı adına yapıyoruz bu işi. Bazı sapkın tarikatların ise amacı hâline gelmiş öldürmek. Tanrıyı kıyamete zorlamakmış amaçları. Bilinçaltındaki bu “kötü”olan dışa çıktığında ne dinsel ne toplumsal ne de ahlaki baskılar pek etkili olamıyor.

Eski çağlarda insan kötülükleri önlemek için tanrılara insan kurban etmiş. Bu onlar için kötü değil, toplum, klan, kabile tarafından kabul görüyor. Düşmanı öldürmek mübah, hatta görev. Burada iyilik kötülük sorgulaması yapılamaz, gereklilik olarak görülür. Yaşamak için öldür, hayatta kalma içgüdüsü. Varlığını sürdürmek neslini devam ettirmek…

Baudelaire, Kötülük Çiçekleri

Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri adlı şiir kitabını ilk gördüğümde adının ne kadar çelişkili olduğunu düşünmüş çiçek ile kötülük sözcüklerini birbirine hiç yakıştıramamıştım. Şiirleri okuduğumda Baudelaire’in insan ruhunun derinliklerindeki “kötü”yü eğretilemelerle yüzeye taşıdığını bu nedenle sembolizmin öncüsü olduğunu anlamıştım. Okura seslendiği şiirinde şöyle diyordu:

Charles  Baudelaire (1821-1867)

Günahlarımız hoyrat, pişmanlıklar yumuşak,

Suçlarımızı cömertçe bol bol sergileriz,

Çamurlu bir yola güle oynaya gireriz,

Gözyaşları kirlerimizi yıkar sanarak.

İblisin elinde bizi oynatan iplerimiz!

Çekici bir yan buluruz, iğrenç nesnelerde;

Korkusuzca, pis kokan karanlıklar içinde,

Her gün bir adım daha Cehennem’e ineriz.

İnsan nedense tanrıyı dinlemez, kötülükten uzak durması hâlinde cennetle ödüllendirileceğini bilse de “çamurlu bir yola güle oynaya girer.” Çekici bir yan bulur iğrenç nesnelerde… ve cehenneme giden yolun taşlarını döşer.

Baudelaire, insan ruhunun derinliklerindeki karanlığı görmüş hatta bundan ürkmüş.

İnsanın içindeki kötünün, kötülüğün kaynağı nedeni nedir ki?

Narin bir çocuk neden öldürülür?

Bir kadın sokakta sekiz yerinden neden bıçaklanır?

Bir köpek neden kurşunlanır?

Bir kedinin ayakları neden kesilir?

Marina Abromovic (1946)

Marina Abramovic; dünyaca ünlü bir “irade” performans sanatçısıdır. Sergilediği performanslar insanın sınırlarını zorlayan türden. 1974 yılında sergilediği Rhythm 0 adlı performansı insana ait bir gerçekle bizi yüzleştirmektedir. Kendisi hareketsiz hâlde dururken üzerine astığı kâğıtta, -önceden yanındaki masaya koyduğu- makas, tabanca, ip, zincir, gül, şarap, bal, tüy, üzüm, jilet, bıçak gibi 72 nesnenin kendi üzerinde serbestçe kullanılabileceği ve olacakların sorumluluğunun kendine ait olduğu yazmaktadır. Performansın başında insanlar ona gül verir, öper, kek yedirirler. Sonra içlerinden biri sanatçıya bir tokat atar. Abramovic hiç tepki vermeyince, kalabalık bu savunmasız insana karşı vahşileşmeye başlar ve masada duran korkutucu aletlere yönelir. Kıyafetini makasla kesip çıkarırlar, vücudunu jiletle keserler, taciz ederler, (hatta bir kaynakta tecavüze kalktıkları bile yazıyor)

Bu sadist davranışlara maruz kalan Abramovic göz yaşlarını tutamayınca bir kadın gelir yüzünü siler. Sonra azınlık bir grup etrafını sarar, kıyafetlerini giydirir, yaralarını siler. Performans, birinin Abramovic’in kafasına silah dayaması ve görevlinin müdahale etmesi ile sonlanır. Çünkü silah doludur. Altı saatin sonunda Abramovic hareket etmeye başladığında etrafındaki herkes bir anda panikler ve kaçar. Çünkü karşılarında bir “nesneden insana dönüşmüş” bir varlık vardır artık. Marina, kalabalığın bu denli vahşileşmesi sonucunda saçlarının bir bölümünün beyazladığını söylemektedir.

Bu performans insanın savunmasıza karşı olan o vahşi yanını en çarpıcı şekilde yüzümüze vurmuştur. Performanstan ziyade toplumsal bir deneye dönüşen bu olay insanın içindeki kötünün dışarı çıkmak için nasıl fırsat kolladığının en belirgin örneklerinden biridir.

Narin bir çocuğun öldürülmesi, bir kadının bıçaklanması, bir köpeğin vurulması, bir kedinin  ayaklarının kesilmesi olaylarındaki ortak yön şiddetin yöneldiği nesnelerin şiddeti uygulayandan zayıf olması. Eylemi tetikleyen bir çok etken olabilir ancak eylemi yapan yapabileceğinden emindir yani nesne zayıftır.

Marina Abromovic (1946)

Marina Abramovic hareketsizdir, kendine yapılan hiçbir şeye tepki vermemektedir. Başka izleyiciler de ses çıkarmamaktadır yani toplumsal baskı da yok. Eylemi yapan kendinin gittikçe güçlendiğini hisseder. Bilinçaltının derinliklerindeki, genetik yazılımındaki kötülük baskılar ortadan kalkınca su üstüne çıkar, Baudelaire’in söyleyişiyle “Çekici bir yan buluruz, iğrenç nesnelerde;”ve eylemi yapan kişi bıçakla kadının tenini çizer. Çünkü kendine engel olacak bir güç yoktur, ne zaman ki biri karşı çıkar, sanatçı hareket eder, bir kadın gözyaşlarını siler. Buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz; ses çıkarırsak kötülüğü engelleyebiliriz.

Kapitalizmin mülkiyetin kutsallığı anlayışı da erkek egemen toplumdaki erkeği “mal”ına sahip çıkma haklılığı vermektedir. Kadını kendi mülkiyetindeki mal olarak görüyorsa feodal kültür değerleriyle süslenmiş bir öldürme haklılığı veriyor kendine. Vurulan köpek, ayakları kesilen kedi için de böyle bu; mal benimse istediğimi yaparım.

Friedrich Nietzsche (1844-1900)

Peki dinsel, toplumsal, ahlaki baskılardan kurtulan bu “kötülük” dürtüsünün kaynağı nedir? Friedrich Nietzsche “insan o kadar acı çekti ki gülmeyi yaratmak zorunda kaldı”der. “kötü”nün kaynağı insanın çektiği acılar mıdır acaba? Sürekli yaşama tutunabilme savaşı, avlanmak, öldürmek, karanlık, çaresizlik. Doğa insan çelişkisinin engel olunamaz mücadelesi. Vahşi bir doğada yapayalnız olan insanın geçmişinde yaşadığı travmalar genetik siciline kötülük olarak mı yazıldı? Kötülük, koşullar oluştuğunda, travmalar, korkular tetiklendiğinde genetik geçmişimizin derinliklerinden yüzeye çıkıp hayatta kalma refleksine mi dönüşüyor?

Belki…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir