HASAN CANERİK
Knut Hamsun’un Açlık romanından sonra Hasan İzzettin Dinamo’nun Açlık romanını okuduğumda çok etkilenmiştim. Açlığı bu kadar etkili şekilde anlatan bir yazar ne kadar aç kalmış olabilirdi ki? Aydınlarımızın çok rahat yaşamadığını tahmin etmek zor olmasa da açlığı bu kadar etkileyici biçimde anlatacak kadar aç kalmış olmaları inanılır gibi gelmiyor.
Ama gerçek öyle mi?
Dinamo’nun yaşamını okuyunca, büyük yazarın böyle bir roman yazmasının hiç de tesadüf olmadığını görüyoruz. Çünkü yazarın yaşamının çocukluğundan itibaren büyük sıkıntılar, yokluklar ve acılar içinde geçtiğini görüyoruz. Yaşadığı sıkıntıların yaşamı boyunca sürdüğünü görmek, daha büyük üzüntü kaynağı. Eserlerini, bir anlamda yaşadığı zorlu koşullara borçlu.
Aslen Akçaabat’ın Ahanda köyünden olan Hasan İzzettin Dinamo’nun babası Ahmet Çavuş, Yemen’den dönebilen şanslı askerlerdendir. Başta köyü Ahanda’ya yerleşse de sonra İstanbul’a göçer. Balkan Savaşları’ndan sonra Balkanlardan İstanbul’a gerçekleşen yoğun göçle birlikte Ahmet Çavuş’un işleri yolunda gitmez. Ahmet Çavuş için İstanbul’dan köyüne dönmekten başka seçenek kalmaz. Eşi Şakire ve altı çocuğuyla Trabzon’a dönmek için Gülcemal vapuruna binerler. Ama tesadüfler onları Samsun Kötüköy’e yerleşmek zorunda bırakır.
Ahmet Çavuş’un gayretleriyle yaşamları az da olsa düzene girecekken 1. Dünya Savaşı başlar. Seferberlik sonrası Ahmet Çavuş askere alınır. Ahmet Çavuş’un askere alınmasından sonra ailenin temel dayanağı büyük oğulları Ali’dir artık. Ne var ki Ali de bir süre sonra askere alınır. Babalarının ve büyük kardeşlerinin askere gitmesiyle çok büyük sıkıntılar yaşamaya başlayan aile akıl almaz bir var olma savaşı vermeye başlar. Çok sürmez önce Ahmet Çavuş’un, ardından da Ali’nin şehit olduğu haberi gelir.
Erkeklerini kaybeden, anne ve çocuklardan ibaret kalan bu şehit ailesi, varlığını sürdürebilmek için zorlu mücadeleler verir. Aile, yavaş yavaş her şeyini yitirmeye başlar. Ev, bahçe, kap kacakların ardından sıra en zayıflarından başlayarak canlarına gelir.
Zor yıllar, Savaş ve Açlar eseriyle kayıt altına alınır.
Yardım etmek isteyenler yoksul, zenginler ise acımasız ve fırsatçı olduğundan acılar çoğalarak büyür. Artık bütün maharet hayatta kalabilmektir. Burada iş Hasan İzzettin’e düşer. Bazen köpek dışkısı toplayıp tabakhanede satar. Eve bir ekmek götürmek için diğer çocuklarla köpek dışkısı kavgası yapar. Bazen mezbahanın atık borusundan akan kan ve dışkılar arasından bir parça işkembe ya da deri parçası için köpeklerle dalaşır. Bu ayakta kalma savaşı, aileyi kurtarmaya yetmez. Sekiz kişilik aileden geriye Hasan İzzettin ve iki kız kardeşi kalır. Üç kardeşin Darüleytama (Öksüzler Yurdu) yerleşmeleri belki de onların hayatta kalmalarını sağlayan biricik şanslarıydı. Öksüz Musa, yazarın bu sıkıntılı döneminin izlerini taşır.
Hasan İzzettin’in çocukluğundan itibaren yaşadıkları onun kişiliğinin ve düşüncelerinin oluşmasında etkili olmuştur. Aynı zamanda büyük çöküşün ve kuruluşun olduğu bu dönemde yaşamış olmasının, yazarı var eden en önemli etkenlerden biri olduğu yadsınamaz. Bunlar hem büyük bir yazarın ve aydının doğumunu hem de o yazarın yaşayacağı diğer baskı ve acıların da gerekçelerini kaçınılmaz olarak hazırlıyordu.
Kurtuluş Savaşı kahramanları Mustafa Kemal, Kazım Karabekir gibi subay olmak isteyen Dinamo, Tokat’taki askeri liseye gönderilse de sağlık nedenleriyle bir süre sonra çürüğe ayrılır. O da öğretmen olmaya karar verir. İlk görev yeri de Amasya olur.
1935 yılında Ankara’da yüksek öğrenim gördüğü dönemde edindiği sol çevrenin Nazım Hikmet’le ilişkisi vardır. Yayınladıkları “Ey Türk işçisi ve köylüsü teşkilatlan!” başlıklı beyannameden dolayı tutuklanırlar. Yakalanan arkadaşları altı aylık cezayla kurtulurken Hasan İzzettin Dinamo dört yıl ceza alır. Nedeni de aramada ele geçen Tren şiiridir.
Gerekçe, İsmet Paşa’nın tren siyasetine muhalefet etmektir!
Almanya’da faşizmin güçlenmesiyle beraber Türkiye’de faşizme tavır alan aydınlara yönelik baskılar da artmaya başlar. Hasan İzzettin Dinamo da bunlardan payına düşeni fazlasıyla alır, baskı ve haksızlıklara gark olur. Bu olumsuzluklara Musa’nın Mapushanesi’yle karşı koyar.
1942 yılında askerlik için İslahiye’ye gönderilen Dinamo kısa bir süre rahat nefes alır. Komutanlarının değişmesiyle her şey ters yüz olmaya başlar ve üzerindeki baskı da artmaya başlar. Öldürüleceğinden korkan Dinamo kaçar.
Artık asker kaçağıdır.
PÜLÜMÜR MÜSTAKİL TABURUNDA GÖREVLENDİRİLİR
1944 operasyonu ile bilinen bütün komünistler tutuklanınca o sırada İstanbul’da bulunan Dinamo da tutuklanır. Tutukluluğundan sonra yaptığı askerliği yanan Dinamo tekrar İslahiye’ye gönderilir. İslahiye’de birkaç gün kaldıktan sonra oradan jandarmalar eşliğinde iki arkadaşıyla Çine’ye gönderilir. Çine’de yaşadığı akıl almaz işkencelerin ardından üç yıl rahat bir askerlik yapacağı Muğla’ya gönderilir. Muğla’dan, bilinmeyen bir nedenle, Pülümür’e gönderilir. Hasan İzzettin Dinamo, Pülümür Müstakil Taburunda görevlendirilir.
‘Sakıncalı’ yazarın yedeksubaylık hakkı elinden alınmış, er olarak görevlendirilmiştir.
Böylece yazarımızın yolu ilçemize düşer.
Uzun zaman baskı altında kalan, her türlü baskıyla karşılaşan yazarımız burada kötü duyguların etkisine kapılır. Kış gelince karların damlara kadar yükseldiği o zor Pülümür kışları Hasan İzzettin Dinamo’da yeniden öldürüleceği korkusu yaratır ve tekrar kaçar…
Bu sefer kaçaklığı çok da uzun sürmez. Pülümür’den kaçıp Samsun’a, oradan da bir arkadaşını görmek için Kırşehir’e giden Dinamo yakalanacağını anlayınca İzmit’e gitmek üzere trene binmek üzereyken jandarmalar tarafından casus sanılıp yakalanır. Durumu anlaşılınca Yozgat’a, oradan da Erzincan’a gönderilen Dinamo, Erzincan Alay Mahkemesinde yargılanarak iki ay hapis cezası alır. Ardından tekrar Pülümür’e gönderilir. Bir yıl Pülümür’de kalan Dinamo, askerliğini bitirmiş olur. Böylece yazarımızın Pülümür macerası da anılarında ve yazılarında yer alır.
Açlık romanının yazarının yolu daha Pülümür’e düşmemiştir. Belki daha on-yirmi yıl daha vardır yazarımızın Pülümür’e gelişine. İleride yazarımızın üstünden geçeceği, yanında yürüyeceği, belki de kıyısında oturup elini yüzünü yıkayacağı Pülümür Çayı’nın kendisine katılan derelerle coştuğu, arsızlaştığı, ilkbahar ile birlikte iyice azgınlaştığı bir zamanda çayın üzerine köylülerin kurduğu derme çatma ilkel köprünün üzerinde büyük bir trajedi yaşanmaktadır:
Utançtan aklını kaçırmış bir anne… Korkmuş, saçı başı dağınık, kir pas içerisinde, insanlıktan çıkmış bir kız çocuğu… Köprünün üstünde yürüyorlar. Köprü, üzerindekileri her an üzerinden fırlatma arzusundaymışçasına sallanıyor.
Bu sarp dağların arasındaki yoksul köylerin de en yoksulu köyler çekirge sürülerinin yok ettiği tarlalarından bir avuç bile ekin alamadıklarından akıl almaz bir açlıkla savaşmaktadırlar. Elindeki avucundaki son kuruşu, son değerli şeyi vererek yaşamda kalma savaşı veren insanların elinde avucunda o son kuruşlar da tükenince açlıktan ölmeden önce akıllarına baharın gelmesi için dua etmekten başka bir şey de gelmiyordur.
O yoksul köylerden görece biraz daha iyi olan köylerden birinin ambarlarından ekmek, tulumlarından yağ ve çökelek eksilmeye başlayınca başta bir anlam veremediylerse de sonra bunun yoksul köylerin en yoksullarından birinden açlığına çözüm bulmak için kaçan bir kız çocuğu olduğunu anlamaları uzun sürmez ve suçlu(!)yakalanır. Annesi çağrılır. Çocuk annesine verilerek götürmesi istenir. İşte köprüden geçenler bu anne ve kızıdır.
Anne utanç içindedir. Anne cehalet içindedir. Anne kızgındır. Anne, artık anne değildir. Annelikten çıkmıştır. Ama önünde yürüyen kız çocuğunun bunlardan haberi yoktur. Korkuyordur korkmasına, ama arkasında bir canavar olduğu aklının kıyısından bile geçmiyordur.
Köprünün ortasına geldiklerinde, köprünün sallandığı, en korkutucu olduğu noktada annelikten ve insanlıktan çıkan kadın çocuğunun saçını kavradığı gibi, çocuk daha ne olduğunu anlayamadan, Pülümür Çayı’nın azgın ilkbahar sularına fırlatır. Kızın çığlıkları çok kısa sürede suyun sesine karışarak yok olur. Korkusu da, açlığı da…
Kadın belki ilkel bir mantıkla onurunu kurtardığı hissine kapılarak huzur bulmuştur. Belki evlat katili bir canavar olduğunu hissedip ömür boyu evlat acısı çekmiştir. Belki işin kolayını bulup olayı olmamış saymıştır. Belki kadın da bahara ulaşır ulaşmaz açlığın ve bu olayın vücudunda ve ruhunda yarattığı yıkıma dayanamayarak teslim olmuştur ölüme. Ya da kızının ardından kadının-annenin- çığlıkları karışmıştır Pülümür Çayı’nın kükreyişlerine. Sonuç ne olursa olsun açlık o yıl bir canı da – belki de iki- böylesine akıl almaz bir canavarlıkla almıştır.
Yazarımız Pülümür’de sakıncalı bir asker olarak askerliğini yaparken açlığın yarattığı bu korkunç cinayetten geriye kalan çığlıkları Pülümür Çayı’nın kıyısında duymuş mudur? Kimi rivayetlere göre duymuştur. Kızın çığlıklarını Pülümür Çayı akıntının tersi yönde taşların, çalıların, meşelerin ve balıkların yardımıyla taşıyıp yazarımızın duymasını sağlamıştır. Hatta bir söğüt ağacından duyduğuma göre yazar, bu cennet coğrafyada yaşanan bunca akıl almaz yokluğa, cehalete lanet edip, kızdan geriye kalan çığlıkların ardından gözyaşlarından bolcasını Pülümür Çayı’na akıtarak o masum kıza yollamıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın anlatıldığı en güzel eserlerden biri olan Kutsal İsyan’ın, Kutsal Barış’ın ve daha birçok değerli eserin sahibi bu büyük yazarın ilçemize yolunun düşmesi, ilçemiz açısından büyük bir manevi zenginlik ve değerdir.
30 Haziran 1989 yılında yitirdiğimiz Hasan İzzettin Dinamo’yu saygıyla ve sevgiyle anıyorum.
Kaynakça:
Ömer Asan, Hasan İzzettin Dinamo, Belge Yayınları, İstanbul, Ağustos 2000, s. 68-69.