
YILMAZ FIRAT
(Orman Mühendisi-Emekli Orman İşletme Şefi)
ANNEMLE YAYLA YOLU
Altı yedi yaşlarındayım (1971-1972)… Bahar ortası. Yukarı Han Yaylası’na çıkılmış. Annem yaylada. İşlerini yoluna koyar koymaz, sabah erkenden köyden beni almaya geldi. Bir-iki saat dinlendikten sonra attı beni sırtına, yayla yoluna koyulduk.

Dalıke’den inip Pülümür Çayı kenarına vardık. Yukarı rakımlarda yağmur yağmış, nehir kabarmış, kırmızı çamurlu akıyor. Annem beni sırtından indirdi. Boyu uzunluğunda bir çubukla, tek başına nehirden karşıya geçme provaları yapıyor. Suyun yarısına gelmeden kıyıya geri dönüp başka yerlerden deniyor. Eğer su alıp götürseydi, benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu. O coğrafyada bu trajediler yaşanmamış değil…
Bir saat denedikten sonra bir yerden geçmeye ikna oldu. Geldi, kıyıdan beni sırtına aldı ve karar kıldığı yerden suya girerek sendeleye sendeleye karşıya geçebildi. Annemin kuşak üstüne kadar elbiseleri ve benim ayaklarım ıslandı. Kıyıda çoraplarımı, kendi elbiselerini sıkarak ıslaklığı azalttı.

Düz yolda anneme eşlik edebiliyorum ama yolun üçte ikisi dik bayır, patika… Annemin sırtında devam ettim. Geç saate kaldığımız için, daha kısa ama tehlikeli olan Kertal sırtından gitmeye karar verdi. Daldık ormanın içindeki dik yokuşlu yola. Annem hızlı tırmanıyor, ben sırtındayım. Bir ara yolu şaşırdı. Etrafı gözetlemek için beni sırtından indirip keşif yaptı. Bana dönerken göz göze geldik. İlk defa annemin yeşile çalan ela gözlerini fark ettim. Oldukça endişeliydi, gözleri büyümüştü. Hemen beni tekrar sırtına alıp hızla devam ettik.

Ne zaman uyandım bilmiyorum ama kendimi yatakta buldum. Annem süt kaynatmış, bana bir bardak içirmek için beni dürtüyordu. Kalktım, baktım ki kendisine de ufak bir sofra hazırlamış. Buradan anlıyorum ki yolculuğun sonlarına doğru annemin sırtında uyuya kalmışım. Annem yaylaya gelir gelmez mal davarını sağmış, işlerini bitirdikten sonra beni uyandırmış.
Yayla ile köy arası beş kilometre. Sabah kalkıp mal davarını sağdıktan sonra köye gelip çocuğunu alıp, tekrar yaylaya dönüp, akşam sağımına yetişmek… Bu fedakârlık değilse nedir?
Beraber akşam yemeğimizi yedikten sonra annemle koyun koyuna uyuduk. Böylece bir buçuk aylık Han Yaylası hayatım başlamış oldu.
Özlüyor muyum? Tabii ki evet. Özellikle annemi…
Tüm annelerin Anneler Günü’nü kutluyorum.

ANNECİĞİM
On dört yaşında bir akrabasına vuruldu,
Evlendi anneciğim, dokuz çocuk doğurdu.
İlkini 1945’te Biga’da sürgündeyken,
Sonuncusunu 1968’de, bir önceki ben.
Üçünü kendinden önce verdi toprağa,
Diğer altımız hayatta…
Ben en iyi hüznü anneciğimin yüzünden okurdum,
Çaresizliği gözlerinden,
Yokluğu ellerinden.
Boğazımızdan bir lokma ekmek geçmemişse,
Bir bahaneyle unuttururdu açlığımızı.
Kurulamayan soframız,
Halbuki yoksulluğumuzdandı.
Çocuklarına düşkündü, ama yüreği tarumar…
Hangimizi daha çok sevdi, hiç öğrenemedim.
Bir sır gibi sakladı,
2004’te ölene kadar…
Ocak 2007
(Pülümür Haber, 12 Mayıs 2025)