
17 Ağustos’a sayılı günler kala annen ve halan, Kırmızıköprü’den Derince’ye dönmüştü. 1999 Marmara Depreminin tüm sarsıntılarını anne karnında geçirdin.
Annenin çalıştığı SSK Kocaeli (Sopalı) Hastanesinde gözlerini dünyaya açmıştın.
Yeni bin yılın armağanıydın.
Adını annen koymuş, günlüğüne şu notu düşmüştü:
“Erinç: Hiçbir eksiği olmama, rahata, mutluluğa erme anlamı olduğu için konuldu.”
İki görkemli dağdı yüreğin; Munzur ve Palandöken. Henüz altı aylıkken, Pülümür Kırmızıköprü’nün havasını soludun. Aşkale Kandilli Karabıyık köyünde düşe kalka oyun oynadığında üçüne bile basmamıştın.
Hüsnü dayının evinin önündeki küllükte, Halim dayının bahçesinde saklı ayak ve parmak izlerin.
Selçuk amcanın ve Meymasır’daki halanın evine yayılan sevinçtin.
Kandilli Karabıyık’ın, Kırmızıköprü Mezra’nın el üstünde tutulan çocuğuydun.

Hastalara sıcak bir insan eli uzatan annen hastalandığında üç yaşındaydın. Üç yıl boyunca acı çekti kıymetlin, acı çektin, açı çektik. İçimize akıttığımız gözyaşlarıyla geçti üç koca yıl. Senin için yaşama tutundu annen, ölüme kafa tuttu. Varlığınla annenin ömrüne ömür kattın; birkaç ay, birkaç gün, birkaç saat ya da saniye.
24 Şubat’ta öksüz kalmıştın, ikimiz öksüz.
Öğretmenin Yavuz Günerhan’dan, bitişik eğik yazıyla okuma yazmayı öğrendin. Düzgün ve okunaklı yazardın, defterlerin tertemiz. Bu yönünle Hatem dedene benzerdin, Kandilli’den Erzurum Lisesine 6. Zırhlı Tugayının cemsesinde giderken üşümeyen deden.
Bir yanın Palandöken bir yanın Munzur’du.
Pülümür Buyerbaba Gölü ile Nazımiye Düzgün Baba yolu, senin ayak izlerini taşıyor. Düzgün Baba’da, Oli’de, Vâla Hızır’da, Cızmesur’de, Sultan Hıdır’da babaannenin döktüğü gözyaşları ve yaktığı çerağ için Hıdır dedene söylediklerin, yüreğimize binen ağır bir yük gibidir:
“Dede, ziyaretlerde tuttuğum dileklerin hiçbiri gerçekleşmedi ki!”
Gerçekleşmedi dileğin, dileğimiz.
Annenin iyileşmesi için dilediğin dilekler, çerağın dumanına karışmış, geride buruk bir çocuk yüreği bırakmıştı.
Kısa yollar gözünde büyür çocukların. Çocukken çabuk yorulur, bir an önce eve dönmek isterdin. Yorulduğunda dizlerinin üzerine oturur, bana seslenirdin:
“Baba, evimiz nerede?”
Birkaç yüz metre uzağında olurduk evimizin; ışığı sönmüş, perdeleri solmuş, sevinci çalınmış. İktisat kitaplarının sararmış sayfalarında yorgun düşmüş bir çift yeşil göz, gökte yıldız yani yüreğimize işleyen.
Canım Oğlum,
Prof. Dr. Emin Önder, senin için aynen şunları söylemişti:
“Bu çocuk bir dâhi, üstün zekâlılar okuluna verin.”
Kayıt tarihini kaçırmış, Gebze’deki okula seni verememiştik.
Üstün zekân ve duyarlılığın, bu çürümüş dünyada omzuna yüklenen yükü ağırlaştırmıştı.

Trakya’nın güvenli kentinde sana kumpas kuran, zincir sallayan A. Buğra K., babaannemizin kemiklerinin toprağa karıştığı köyün yanı başından. Çorak bozkır kültüründen gelmiş, eli kalem tutmayan, bir dize şiir okumamış. Bıçak çekmeyi vatanseverlik olarak algılamış. Almış yanına birkaç eli sopalıyı, koca kenti senin için yaşanmaz hâle getirmiş.
Vicdanı susmuş kentin, susturulmuş vicdanlar.
Bizse olup bitenlerden habersiz.
Cumhuriyetin ışığıyla yetiştin, ülkene ve milletine yürekten bağlıydın. Vatanseverliğin, kutsal coğrafyanın dağlarını, denizlerini, göllerini, akarsularını, ormanlarını, yeraltı-yerüstü kaynaklarını sevmek ve korumak olduğunun bilincindeydin.
Yüreği karanlık olanların asla tahammül edemeyeceği bir bilinç.
Ayıplardın bedelli askerliği. Doğubayazıt’ın sınır karakollarında sen nöbetteyken, kumpasçılar sıcacık mekânlarında nutuk çekiyor, sopa sallıyordu. Isınmak için ince uzun ellerini hohladığında ateş olup seni ısıtamadığımız için titrerdik her gece.
Yüreğimizi ebediyen soğutan bir zemheri oldun şimdi.

Kafatasını parçalayan mermilere siper olsaydım, oracıkta ölseydim senin yerine. Senin yaşayamadığın gençlik yılların, ömrümü kısaltan acı takvimdir artık.
Yaprakları ikişer üçer yırtılan.
Kardeşin yolunu gözlüyor, gözü yaşlı. Bir gün çıkıp geleceksin diye kapıya fırlıyor her tıkırtıda. Yaşamını sana adayan anneannenin göz pınarları kurudu, kan damlıyor göz pınarlarından, yüreğine akıyor bütün acılar. Amcanın, halalarının, dayılarının, kuzenlerinin, Sebahat ablanın, Selin yengenin, dedenin ve babaannenin akıttığı gözyaşlarıyla ıslandı toprağın.
4 Mart’ta beyaza bürünen mezarında kokuşmuş dünyaya isyan ediyorum.
Babalık duygusunu bana ilk tattıran, evlat acısıyla sarsan,
KIYMETLİM…
Gidişinle öksüz kaldık büsbütün…
Kaynak: