ABLAMI EVLENDİRİYORUM
YILMAZ FIRAT
(ORMAN MÜHENDİSİ-EMEKLİ ORMAN İŞLETME ŞEFİ)
1988 yılı. Sevim’le evlilik kararı almışız. İstanbul’da evlilik hazırlığı yapıyoruz. Düğün salonu arıyoruz. Ev kiraladık, dayadık döşedik… Evde sadece bir odayı kapatacak perde, bir çift kişilik çekyat, bir yemek masası, dört sandalye, mutfakta küçük tüp, bir tencere, bir tava, bir çaydanlık, yeteri kadar kaşık ve tabak var.
Ben işsizim. Sevim özel okulda öğretmen, iyi kazanıyor diyebilirim. Fakat kız evi beni damat olarak istemiyor. Hiç bir şekilde yardımcı olmuyorlar. Cepte yok, cepkende yok, Bütün maddi çabayı Sevim yürütüyor. Köyden de ha bire ablamdan haber geliyor, “Acele gel beni isteyecekler.”
Baba yok, evin reisi benim. Kızı benden isteyecekler. Mecburen bindim otobüse, gittim memlekete. Dünürlere haber saldım, hemen gelin kızı isteyin, çünkü benim de düğünüm var, İstanbul’a döneceğim, diye. Neyse geldiler, kızı istediler, verdik. Bize destek için 90 bin lira bıraktılar.
İki hafta sonrasına düğün kararı alındı.
Bu arada bana Sevim’den mektup geldi. Üsküdar’da düğün salonu ile 500 bin liraya anlaşmış, 250 bin kapora ödenmiş. Buna göre 6 Temmuz nikâh, 7 Temmuz kına, 8 Temmuz 1988’de düğünümüz olacak.
Davetiyeler basılmış, bütün hazırlıklar tamamlanmış.
Tek eksik benim!
Hemen cevap yazdım, 1 Temmuz’da İstanbul’dayım, diye.
Bir kaç gün sonra Erzincan’a çeyiz almaya gittik. Emine bütün parayı harcamasa da bana İstanbul’a dönecek kadar para bıraksa diye içimden dua ediyorum. Ya akıl etmezse! Açık konuşmaya karar veriyorum ve Emine’yi uyarıyorum. Beni onaylar biçimde kafasını sallıyor. Oh içim rahatlıyor!
Doğruca sevgili rahmetli abim Şükrü Akkılıç’ın dükkânına gidiyoruz. Erzincan’ın en sevilen, güvenilir esnafı… Bizi beyaz eşya hariç öteberi alabileceğimiz mağazaya götürüyor. Başlıyoruz alışveriş yapmaya. Ben o arada Emine’nin almaya karar verdiklerinin ederini kafamda topluyorum. Emine aldıkça alıyor, paramızı aştı aşacak. Bir saattir mağazadayız alışverişi daha bitiremedik. O arada Şükrü abi mağazaya girdi. Beni kenara çekti cebime bir zarf sıkıştırdı:
“Ben şehir dışına çıkıyorum, seni bir daha göremeyebilirim, Düğüne gelemeyebilirim, takını peşin takayım.”
Mağaza sahibine dönerek, “Ne isterlerse verin, Yılmaz’ın kefili benim.” demez mi! Neyse biz alışverişi bitirdik, 108 bin lira tuttu. Emine’ye baktım, bu kadar paramız yok, biraz eksilt dedim. Eşyalara bakıp duruyor. Battaniye ve tencere kalsın dedim, ama çok güzeeel, dedi geri bıraktım. Bu beyaz örtüleri köyde ne yapacaksın, dedim. Emine için onlar da çok güzeldi, işleyecekti, vazgeçiremedim. Baktım hiçbir eşyadan vazgeçmiyor, mağaza sahibiyle pazarlık yaptım. 100 bin düz yaparım, dedi. Abi, 90 bin liramız var, diyorum. Canınız sağ olsun, kalanı sonra ödersiniz, diyor. Tabii Şükrü abiden güvenceyi almış, ona güveniyor. Tam o sırada cebimdeki zarf aklıma geldi. Açtım baktım 200 yüz mark koymuş, canım Şükrü abim. Onu da mağaza sahibine verdim. Bütün paramızı mağazaya bırakıp eşyaları minibüse yükledik, beş parasız köye doğru düştük yola.
Emine’nin düğününü nasıl yaptık, ne kadar masrafım oldu, en önemlisi İstanbul’a hangi parayla döndüm, hatırlamıyorum…
(Pülümür Haber, 24 Ocak 2025)