ÖĞRETMENİM İBRAHİM SEYİTCEMALOĞLU
MEHMET GALİK
Kocatepe Köyü İlkokulu inşaatı 1957 yılında zor şartlarda başladı. O zamanlar Kırmızıköprü ile Kocatepe arasında ulaşım patika yoldan yaya veya at-katır gibi yük hayvanlarıyla yapılırdı. Okul inşaatında kullanılacak demir veya çimento, hayvan gücüyle köye taşındı.
Taşıma işi günlerce sürdü.
İnşaatı yapan kişiler kireci köyde kendileri üretti. Uygun bir yere çok miktarda kuru odun yığdılar. Odunların üstüne yanınca kireçleşen kayaları koydular. Odunları yakarak ihtiyaç duydukları kireci elde ettiler. Bu kireci de bir kuyuda suyla söndürdüler. Böylece inşaata uygun kireci oluşturdular.
1957 soğukları başladığında okulun ancak kaba inşaatı bitmişti. Ertesi yıl bina sıvandı, beton döküldü. Ne var ki bina hâlâ çatısızdı. Çatısı neden yoktu, ödenek mi yetmedi, zaman mı, bilemiyorum.
1958’de çatısı olmayan binada eğitime başlandı.
Okulun çok eksiği vardı, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenimize eksiklerden şikâyet etmemeyi ve sorunları kendi yaratıcı gücüyle çözmeyi öğretmişlerdi. Öncelikle oturduğumuz sıralar eksikti. Bütün öğrenciler sıralara sığmıyordu. Öğrencileri gruplara ayırdı. Gruplar, bir hafta boyunca evden getirdikleri minderlere bağdaş kurarak yerde otururdu. Öğrencilerin minderde oturmaları dönüşümlüydü ve 2 yıl sürdü.
Okulun çevre düzenlemesi yapılmamıştı. Bunun da öğrencilerin işi olması gerektiğine karar verdi. Müzik ve Beden Eğitimi ders saatlerini bu işe ayırdı. Bu derslerde her öğrenci kazma, kürek, bel çapa vb. evde ne varsa okula getirirdi. Çevre düzenlemesi, öğrenciler tarafından kar yağmadan önce tamamlandı.
Kara tahtamızı da kendimiz yaptık. Soba borularından elde ettiğimiz kurumu yumurta akıyla yoğurarak, bulamaç yaptık. Yazı tahtası için en uygun duvarı bu ‘boya’yla siyaha boyadık. Yüzeyin pürüzsüz olmasına özen gösterdik. Kocatepe İlkokulu binası yıkılmak üzere, ama bu tarihi kara tahta hâlâ ayakta!
Kış yaklaşınca öğretmenimizin soğuk günler için hazırlık yapması gerekiyordu. Her öğrenci için 100 kilo odun getirilmesine karar verdi. Velilere yüklediği tek sorumluluk iş buydu. Getirilen odunları tartacak kantarı da meşe ağacından kendisi yaptı. Kantarın topuzu taştı ve telle kola bağlanmıştı. Tartma ve gelen odunu deftere kaydetme görevi öğrencilerindi. Normal kantarda 100 kiloyu tartmak için en az iki güçlü insana ihtiyaç duyulur. Bizim kantarımızda kaldıraç düzeneği kullanıldığından, bir veya iki çocuk yetiyordu. Bu çocuklar kantarın kaldıracına asılınca yük havaya kalkıyordu. 3 öğrenci kantarın topuzunu ileri geri hareket ettirerek kaç kilo geldiğine karar veriyordu.
Sınıfı ısıtacak sobayı da varilden kendisi demircilere yaptırmıştı. Sınıf temizliğinden ve sobanın yakılmasından nöbetçi öğrenciler sorumluydu. Nöbetçi bir saat kadar önce gelip sobayı yakar ve sınıfı süpürürdü.
Derste grup hâlinde çalışmamızı teşvik ederdi. Dersleri iyi olan öğrencilere, diğer öğrencileri bölüştürmüştü. Onların çalışmasından ve ödevlerini yapmasından bu öğrenci öğretmenler sorumluydu.
İlkbahar gelince okul bahçesinin ağaçlandırılmasında görevlendirildik. Birer kavak ve söğüt fidanı getirdik, bahçeye diktik.
En büyük sürprizi tatilde kendisi yaptı. Yeni öğretim yılına başladığımızda okul bahçesindeki spor aletleri bizi bekliyordu. Bahçeyi meşe odunundan yapılmış tahterevalli, asimetrik paralel ve adlarını şimdi sayamadıüğım, olimpiyatlara yarışmacı yetiştiren çeşitli oyun aletleriyle doldurmuştu.
Buraya kadar anlattıklarım, tanışmamızın ilk 2 yılındaki hatıralarımdır. Şubat 2022’de, Hüseyin Canerik’le birlikte kendisini ziyarete gitmiştik. Gözleri onun çalışma temposuna uyum sağlayamıyordu. Koca bir büyüteçle bilgisayardan okumaya çalışıyordu. Gayet normalmiş gibi kendisinin sarı nokta hastalığına yakalandığını ve giderek kör olabileceğini söyledi. Ben o günlerde İzmit’ten ayrılıp, köye geldim. 1958’de başlayan görüşmemiz o gün sona ermiş meğer, nereden bilebilirdim.
Ağustos ayının ilk yarısıydı. Telefonum çaldı. Arayan öğretmenimdi. Heyecanla telefonu açtım, çünkü beni çok aradığı yoktu. Üstelik sağlığı da iyi değildi. Çocukluğumdan beri alışkın olduğum o kendine özgü tondaki sesle önce hatırımı sordu, sonra beni şaşırtan bir diyaloğa başladı:
“Senin internette çıkan, köyün tarihi eserleri ile ilgili yazını okudum. Bazı eksikliklere rağmen güzel bir yazı” dedi.
Ben şaşkınlık içindeydim. Gözlerinin iyi görmediğini biliyorum, ancak anlaşılan ilgisini çeken bir konu olunca büyüteçle okuyordu. Bir öğretmen edasıyla bana tarihi eserlerin araştırılması ile ilgili ödevler verdi. Özellikle de Dize yakınlarındaki tarihi kale ile ilgili olarak.
Dize Kalesi’ne, 1961 yılı Nisan ayında düzenlediğimiz piknik geldi aklıma. O yıl 3. sınıf öğrencisiydim. O piknikte, Çakırkaya, Kocatepe, Kovuklu İlkokulu öğretmen ve öğrencileri bir araya gelmişti.
Bu görüşme, İbrahim öğretmenimle son görüşmemiz oldu.
(Pülümür Kocatepe köyü, 15 Eylül 2023)