MEHMET GALİK
Bundan tam 84 yıl önceydi. Dilo Momud (Dile Mamud) ve eşi Emine, üç çocuğu ve bir grup Askirekli (Kocatepe) akrabasıyla birlikte dağlarda saklanıyordu. Oğlu Süleyman 5, kızı Gülizar 3, küçük kızları Sosun/Sose (dağların gülü) henüz 1 yaşını doldurmamıştı.
Dilo Momud, ineklerinden birini kuytu bir çayırlığa salmış, fırsat buldukça sağıp çocukların karınlarını doyuruyordu. İnek birden bire ortadan kaybolmuştu. Acıkan çocuklar ağlamaya başlamıştı. Dilo, ineğinin, bir köylüsü tarafından saklandıkları mağaraya götürüldüğünü öğrenir öğrenmez harekete geçmişti. Dilo, eşi Emine’ye, çocuklar çok acıktı, böyle bekleyemem, gidip ineği getirmeliyim, diyerek hayvanın peşine düşmüştü.
Emine üç çocukla baş başa kalmıştı. Bir süre sonra ortalık hareketlenmişti. Bir müfrezenin Askirek’e doğru geldiği haberi yayıldı. Herkes telaşlanmış, güvenli alanlara doğru yürümeye başlamıştı. Sosun bebek sürekli ağlıyordu. Emine, zor durumdaydı. Kafiledekiler, çocuğu susturmazsan bizimle gelme, demeye başladılar. Dilo yanlarında olsaydı onları bir yere saklayabilirdi. Kocası o sırada yanında yoktu ve belki bir daha geri gelmeyecekti. Çocuklarını, özellikle babasının yerini alacak Süleyman’ı yaşatmak annenin sorumluluğundaydı. Sose böyle ağlarsa fark edileceklerdi. Şimdi bir karar vermek zorundaydı. Sose’yi susturup Süleyman’ı yaşatmak zorundaydı.
Ama nasıl?
Köyün ortasında bir göl vardı, çok derindi. Emine ve çocukları, Goladab adı verilen gölün yakınından geçiyordu. Aklına bir fikir geldi. Kalbi heyecandan duracak gibiydi. Susturulamayan çocukların ormanda terk edildiğini duymuştu. Süleyman’ı kurtarmanın tek yolu, Sose’yi susturmaktan geçiyordu. Bu arada zaman daralıyor, saniyeler içinde karar vermesi gerekiyordu. Başını kaldırıp Buyer Baba’yı kuşatan dağlara, Kepir’e ve Abdal Musa Dağı’na baktı:
Ya Buyer Baba ya Abdal Musa, bana güç verin!
Süleyman ve Gülizar’ın yanından ayrıldı. Sose, kucağındaydı. Hızla göle doğru yürümeye başladı. Süleyman annesinin bir çılgınlık yapacağını sezmiş, ağlayarak peşine düşmüştü. Tüm gücüyle annesine seslendi:
Anne gitme, anne yapma!
Emine artık kararını vermişti. Oğlunu duymuyordu. Gölün derin tarafına geldi. Kundaktaki Sose’yi sımsıkı bağrına bastı ve öptü. Süleyman, annesinin, kız kardeşini göle atacağını anlamıştı. Anne, kardeşimi atma, diye çığlık atıyordu. Emine, Sose’nin kokusunu son bir kez içine çekti. Daha fazla beklerse vazgeçeceğin anladı. Kundağı bir ağaç kütüğü gibi sallayıp var gücüyle fırlattı.
Süleyman’ın çığlığı dağlarda yankılandı.
Emine artık bir şey duymuyor, hissetmiyordu. Oğlunun koluna yapıştı, olan biteni anlamaya çalışan Gülizar’ı da kucağına alarak koşmaya başladı. Gruba yetişince yavaşladı. Süleyman, için için ağlıyordu. Yol arkadaşları, Emine’nin kucağında bebek olmadığını fark etmiş, ama cesaret edip bebeğin nerede, diye soramamıştı.
Dilo tüm aramalara rağmen ineği bulamadı. Daha fazla çocuklarını yalnız ve korumasız bırakmak istemedi. Eşinin ve birlikte saklandığı grubun nerede olabileceğini tahmin etmiş, kısa zamanda onları bulmuştu. Sose’nin göle atılmasına çok üzülmüştü.
İnsanlar bir süre daha dağlarda gizlenmeye devam etti. Hareketin sonlarına doğru, teslim olanların şehirlere gönderileceği haberi yayıldı. Açlık ve yorgunluk artık çekilemeyecek duruma gelmişti. Kimileri kendiliğinden teslim oldu, kimileri de yakalandı. Dağlar yavaş yavaş tenhalaşmaya başladı. Dilo ve eşi Emine de teslim oldu. Teslim olan diğer Dersimlilerle birlikte yaya olarak Erzincan’a götürüldüler. Sonradan adının tren olduğunu öğrendikleri büyük vagonlara bindirilip günler süren bir yolculuktan sonra Aydın’da indirildiler. Orada birkaç gün kaldıktan sonra Bolvadin’in Çinçin köyünde iskân edildiler.
Aile dilini ve adetlerini bilmediği köyde yevmiyeyle çalışarak geçimini sağlamaya çalışıyordu. Kısa bir süre sonra 2. Dünya Savaşı çıkmıştı. Ailelerin durumuna bakılmaksızın sürgündeki gençler de askere alınmaya başladı. Dilo Karadağ da askere alınanlar arasındaydı. Bu arada Dilo’nun adı aileden habersiz Timur olarak değiştirilmişti.
Emine iki çocuğuyla ortada kalmıştı. Köyde bulduğu işlerde 25 kuruş veriyorlardı. Bu parayla geçinmeye çalışıyorlardı. Süleyman 7 yaşına gelince köyde ilkokula yazıldı. İki yıl sonra da kardeşi Gülizar’ın eğitim hayatı başladı. Süleyman okul birincisi olacak kadar başarılıyken, Gülizar okuma dahi öğrenmeden okulu terk etti. İlkokul bitince annesi, Süleyman’ı, Köy Enstitüsüne vermek istedi. Oysa Süleyman öğretmen değil, üst düzey bir bürokrat olma hayaliyle üniversiteye girmek istiyordu. Emine 25 kuruş yevmiye ile kendisini üniversiteye gönderemeyeceğini söylese de o babasını beklemeye ve Köy Enstitüsüne gitmeye karar vermişti.
Bir gün Dilo ansızın çıkageldi. Aileyi büyük bir neşe kapladı. Uzun süren ayrılıktan sonra baba çocuklarının tahmin ettiğinden de fazla büyüdüğünü gördü. Onların artık rahat etmeleri için gece gündüz çalışmaya başladı. Süleyman’ın okuma isteğini çeşitli bahanelerle hep atlattı. Çünkü o Süleyman’ın kendisi gibi bir çiftçi olmasını istiyordu. Baba oğul el ele verirlerse daha çok kazanacağını düşünüyordu.
1947’de Dersim’in yasaklı bölgeleri tekrar yerleşime açıldı. Bunu duyan Dilo Dersimlilerin hemen hemen hepsinin yaptığı gibi dönüş hazırlıklarına başladı. Memleketlerine dönecek olanlar için trenlerin yük vagonları tahsis edildi. 1948 yılında Dilo ve ailesi yük vagonuna taşıyabilecekleri kadar eşya yükledi. 9 yıl önce üzüntüyle geldikleri bu yolda şimdi neşe içinde dönüyorlardı. Erzincan istasyonunda inince çok mutluydular. Karşıda Munzur Dağları görünüyordu. Köyleri bu dağların arkasındaydı, kavuşmalarına çok az kalmıştı. Ancak onları kötü bir sürpriz bekliyordu. Askirek henüz yerleşime açılmamıştı. Bu nedenle Erzincan’a gelenleri çeşitli ilçe ve köylere yerleştirdiler. Dilo Karadağ’ı da Çayırlı’nın bir köyüne gönderdiler Aile orada 1950 yılına kadar kaldı. Askirek’in yerleşime açıldığını duyan Dilo, kızı Gülizar’ı ve hayvanlarını köye götürdü. Çayırlı’daki işlerini bitirdikten sonra o da Askirek’e geri döndü.
Almanya’ya işçi alımının başladığı 1961 yılına kadar baba oğul fedakârca çalıştılar. Aile, köyün en kalabalık sığır ve keçi sürüsüne sahip oldu. Bu durum, Süleyman’ı mutlu etmiyordu, çünkü o emeğinin karşılığının daha fazla olması gerektiğine inanıyordu. Çok çalışmalarına rağmen az kazandıklarına inanıyordu. Zaman geçtikçe Köy Enstitüsüne gitmediğine pişman olmaya başlamıştı. Enstitü için artık çok geçti, bir köylü olarak çalışmak zorundaydı.
1950’li yılların sonlarına doğru annesi Emine’de felç belirtileri başlamıştı. O yıllarda tıp bu kadar gelişmemişti. Köylülerde doktora gitme bilinci zayıftı. Kadını doktora götürmek yerine hocalarla iyileştirmeye çalıştılar. Muskaların fayda etmediği Emine’nin durumu her geçen gün kötüleşiyordu. Eşi ve oğlu bakmakta zorlanınca onu kızı Gülizar’ın evine götürdüler.
Süleyman, 1961’de Almanya’ya giden ilk işçi kafilesinde yer aldı. 1962’de köye izinli gelince annesi çok hasta ve yatalaktı. Bir aylık izinden sonra tekrar Almanya’ya geri döndü. Bir ilkbahar günüydü. Süleyman, iş dönüşü evinde köyden gelen mektupları okuyordu. Babasının mektubunda, annesinin vefat ettiği yazıyordu.
Sarsılmıştı…
Annesinin ölümü Süleyman’ı derinden etkiledi. Acı haberi okur okumaz annesini ne kadar çok sevdiğini anladı. Gözlerinden akan yaşları silerken annesini evlat katili yapanlara tanımsız bir öfke duydu. Güle güle anne, Sose’ye selam söyle, diye mırıldandı.
Oğlu Almanya’ya gittikten sonra eşini de kaybeden Dilo Karadağ, tek başına işlerini yürütemediğinden yeniden evlendi. Yaşlanmasına rağmen işlerini hiç azaltmadı. Yoğun tempoyla çalışıyordu. 1965 yılının bir sonbahar günü katırına binmiş, erkenden çarçır otu toplamaya gitmişti.
Bir daha eve dönmedi.
Eşi Beser, Sarıgül köyüne Dilo’yu sormaya gitti. Sarıgül’de, Dilo’yu gören olmamıştı. Birkaç köylüyle ot biçilen yere gittiler.
Dilo’nun cansız bedeniyle karşılaştılar.
Süleyman, babasının ölümünü de Almanya’da öğrendi. Cenazeye katılamadı. 1966 yılının Ocak ayında köye gelince ablası Gülizar’ın tavsiyesiyle Hatice’yle evlendi. Çiçeği burnunda eşini beraber götüremedi. Onu köyde kardeşinin evine bıraktı Yıllık izinlerini köyde geçiriyordu. Hatice Karadağ, uzun süre köyde yaşadı, üç çocuğu burada doğdu. Daha sonra Ezincan’da çift daireli iki katlı bir ev yaptırdılar, oraya yerleştiler.
Süleyman Karadağ, yıllık izinlerini Erzincan’daki evinde geçirmeye başladı. 1990’lı yılların başıydı, izne gelmişti. Kocatepe köyüne gidiyorduk Pülümür Mutu’ya girişinde minibüs didik didik aranmaya başladı. Gıda kontrolü yapılıyordu. Kendi ülkesinde pasaport kontrolüne benzeyen bu uygulama onu çok üzdü ve o günden sonra bir daha köyüne gitmedi. Çocukları, eğitimlerini Erzincan’da sürdürdü. Büyüklerin üniversiteye gitmeleri gerekiyordu. O yıllarda Süleyman Karadağ ailesini Almanya’ya götürdü.
30 Haziran 2022’de günlük yürüyüşünü yapmış, evine yakın parkta dinleniyordu. Resmî kayıtlara doğum tarihi 1936 olarak işlenen Askirekli köylünün parkta o sırada ne düşündüğünü hiç kimse öğrenemedi.
Tarih kesin olarak bilinmemekle birlikte 1934’te Pülümür Askirek (Kocatepe) köyünde gözlerini dünyaya açan Süleyman’ın kalbi, gurbet elde durmuştu.
Goladab’da 7 aylık kız kardeşi Sose için gözyaşı döken Süleyman Karadağ, yüreğini sıkıştıran büyük acılardan ebediyen kurtulmuştu.
(Pülümür Kocatepe köyü, Eylül 2022)