İki Annenin Eğitim Mücadelesi
Boyun Eğmeyeceğim / Won’t Back Down
MUSTAFA PALA
Anneler Günü’nde biri öğretmen iki annenin, çocuklarının nitelikli eğitimi için yüksek bir bürokrat duvarını aşma ve eğitimin çürümesi kronikleşmiş içsel mekanizmalarıyla giriştikleri soluk soluğa bir mücadeleye tanık olmak isterseniz, Daniel Barnz’ın Won’t Back Down (Boyun Eğmeyeceğim) tam size göre. Dünyanın hiçbir yerinde annelerin hakkı ödenmez, Amerika hariç değil!
BİR ANIMSATMA
Sinema yazılarımızın izleyicileri, iki yıl kadar önce “Süpermen’i Beklerken” adlı belgesele ilişkin değerlendirmelerimizi okumuş olmalılar. Davis Guggenheim’in, senaryosunu Billy Kimball’la birlikte yazıp yönettiği 2010 yapımı bu belgeselde, Amerikan eğitim sistemi ameliyat masasına yatırılıyor; operasyon sonunda ülke genelinde 8. sınıf öğrencilerinin sadece %20-30’unun matematik ve okumada yeterli oldukları gibi eğitim sistemi için yüz karası, bir veli için ise çok acıtıcı gerçeklere ulaşılıyordu.
Bu yazının konusu olan filmde işte bu gerçeklikten canı yanan veliler, çocuklarının nitelikli eğitim hakları için sistemle “geri dönmemecesine” sıkı bir mücadeleye girişiyorlar. Bir anlamda sözünü ettiğimiz belgesel filmin ortaya koyduğu gerçekle, iki yıl sonra kurgu filmin kahramanları savaşıyor. Belli yaşanmışlıklardan hareket etse de kurgusal bir yapıya oturan film, Pittsburgh’ta Adams Ortaokulu’nun maaşları için yedi saat “çocuk bakıcılığı” yapan, öğrencileri kendi hallerine bırakmış, zilin çalmasını bekleyen, bezgin öğretmenlerin sınıf görüntüleriyle bir durum saptaması yaparak açılıyor! Öğrencilerse bir kenarda büzüşmüş, kendilerini kurtaracak “Süpermen’i bekliyor!”
EĞİTİM HAKKI SÖMÜRÜSÜ
Türkçeye “Boyun Eğmeyeceğim” biçiminde çevrilen Won’t Back Down’dan (Geri Dönmeyecek) söz ediyoruz. Adının Türkçe çevirisinden kan sıçrayan, gerçek silahlarla çekilmiş bir savaş ve kahramanlık filmi çağrışımı yaratsa da Boyun Eğmeyeceğim, önde çocuklarının eğitim hakkı için mücadele eden veli ve öğretmen dayanışmasına, arkada Amerika’nın kamu okullarının düşüşüne yaslanan bir eğitimi özerkleştirme ve özelleştirme propagandasına dönüşüyor ve bu nedenle eleştirel bir izlemeyi gerekli kılıyor.
Won’t Back Down, kendini “Yahudi liberal bir demokrat” olarak tanımlayan, 1970 doğumlu, Amerikalı senarist ve yönetmen Daniel Barnz’ın dördüncü filmi. Derli toplu diyebileceğimiz senaryosunu Brin Hill ile birlikte yazmış. Yazarların, temel temadan uzaklaşma riskini göze alarak kimi karakterlerin geçmişlerine yönelmeleri, kişisel, acıklı yaşanmışlıklarına eğilmeleri etkiye güç, hikâyeye derinlik kazandırmış. Müzikler Marcelo Zarvos’a ait. Siyah-beyaz dengesini son derece başarıyla kuran Nona’da Viola Davis ve Jamie Fitzpatrick’te Maggie Gyllenhaal başta olmak üzere Ving Rhames, Lance Reddick, Oscar Isaac ve Holly Hunter’in oyunculuk performanslarına diyecek yok.
“NİTELİKLİ EĞİTİM” MÜCADELESİ
Hikâyeye gelince, olay örgüsünün eksenini, Süpermeni Beklerken belgeselinin ortaya koyduğu “niteliksiz okul” gerçekliğiyle mücadele oluşturuyor. Film, öğretmeni ve okulu tarafından bir kenara bırakılan, dolayısıyla bir milim bile ilerleyemeyen disleksi olan çocuğunun eğitimi için, bir anne velinin soluk soluğa verdiği ve yine bir anne öğretmenle dayanışma içinde ilerleyen mücadelesine odaklanıyor. Annenin “süperaktif” denilebilecek günlük çalışma yaşamının yüksek temposu filme de yansıyor. Kamerayı adeta peşinden koşturan anne Jamie Fitzpatrick ve çocuğunun güç öğrenebilmesinden kendisini sorumlu tutan, Adams Ortaokulunun öğretmeni Nona Alberts’in mücadelesi nefes kesiyor.
Çocuğunun okulunu değiştiremeyen bir anne veli ile kendisi de değişerek bu mücadeleye giren bir anne öğretmenin, mevcut okulu değiştirme, okulun akademik standartlarını yükseltme uğraşını 121 dakika gözümüzü kırpmadan izliyoruz. Kahramanlarımızın, aşılması yıllar alabilecek bürokratik engellerle ve daha önemlisi, “Öğretmenler arasında ayrım yapılamaz, öğretmen öğretmendir, işte o kadar!” diyen ve başka da bir şey demeyen Amerikan Öğretmen Sendikaları Federasyonu’yla (American Federation of Teachers Association) ciddi bir savaşa girişmeleri gerekecektir.
KİŞİSEL BİR PARANTEZ
Nitelikli ve kamusal eğitimi savunan bir eğitimci olarak bu filmi, bu sayfalara taşıyıp taşımamakta tereddüt ettim. Filmin Süpermeni Beklerken belgeselinde sözü edilen Charter Okullar denen özerk okullar ya da özel girişim okullarını meşrulaştırmak gibi bir amaç taşıdığını söylemeye bile gerek yok. Zaten parasız eğitim karşıtları tarafından finanse edildiği de sır değil. Ancak bütün bunlar, kamu okullarında, ortalık yerde apaçık duran, sitemin kronikleşmiş çarpıklığının eğitim hakkının ortadan kaldırılmasını meşrulaştırır mı? Acaba bu film bizim, “Nasıl bir öğretmen olmak istiyorduk, ama nasıl bir öğretmen olduk?” veya “Çocuklarımızın eğitimleri konusunda yeterince duyarlı veliler miyiz biz?” ya da “Öğretmenlerin sadece özlük haklarına odaklanmış ve gerisini boş vermiş sendikacılığımız yeterli mi?” gibi sorulara yanıtlar aramamıza vesile olabilir mi? Olabilirse tereddüdüm boşa çıktı demektir. O halde devam edebiliriz!
SENDİKALİZM ENGELİ
Won’t Back Down, Amerika’da çok tartışıldı. Amerikan Öğretmenler Federasyonu Başkanı Randi Weingarten filmi “anti-öğretmen birliği” olarak nitelendirdi ve Süpermeni Beklerken’den bile kötü buldu. Doğaldı, çünkü öğretmen sendikaları genellikle tam bir “sendikalizm hastalığı”na tutulmuşlardı. Kendilerini sadece ve sadece öğretmen üyelerinin özlük haklarıyla bağlı kılmışlar; çocukların eğitim haklarıyla, velilerin beklentileriyle üyelerinin ve öğretmenlik nitelikleriyle pek ilgilenmemişlerdi. Oysa başarısız ve beceriksiz bir öğretmen, sadece kusurlu bir öğretmen olarak görülüp geçiştirilemez; bu birçok insanın yaşamına yönelmiş bir kötülüktür. Öğretmen ayakkabı üretmiyor, bir insanın iç evrenini inşa ediyor! Bu, “Aman, ayakkabı çabuk yıpranmasın!” kadar basit bir sorumluluk duygusu değildir; sonuçlarının ağırlığı nedeniyle çok daha etkili ve derindir. Bu nedenle liberal kapitalist ülkelerdeki öğretmen sendikalarının ve bizim gibi ülkelerin iktidar beslemesi sendikalarının, eğitimin sosyal ve insani boyutunu sendikal çıkarlara kurban etmeleri son derece tehlikelidir.
Bunları, okulunda eğitimin aksayan yönlerine müdahale eden, fedakâr üyesini, “Memleketin eğitim sorununu sen mi çözeceksin? İktidarın eğitim politikalarını meşrulaştırmayı bırak!” diyen sendika işyeri temsilcisinin fırçasına tanık olmuş bir öğretmen olarak söylüyorum ve acı duyuyorum. Çocukların eğitim hakkı için bürokrasiyle, hükümetin yanlış eğitim politikalarıyla, mevcut yapıyı sürdürülebilir kılan eğitim sistemiyle savaşmanın gereği anlaşılabilirdir; ama eğitim hakkı için çalıştığın işkolunda faaliyet yürüten sendikayla savaşmak da nedir? Eğitim işkolunun sendikaları, masa başı sendikacılığını bırakmalı, işyerlerindeki eğitimin kalitesi için inisiyatif almalı ve üye öğretmenlerini bu konuda ikna edip işe koşmalı değil midir?
YUMURTA-TAVUK PARADOKSU
Filme dönecek olursak, okulu dönüştürme mücadelesine sendikalı öğretmenleri katmak hayli güçtür. Doğaldır ki okulun özerkleşmesiyle devlet güvencesini yitirmekten korkmakta; ama mevcut sistem içinde olmak istedikleri gibi bir öğretmen de olamamaktadırlar. Bu, iki ucu pis bir değnektir. Oysa hapishane binalarını tasarlayanlar bile kaç hücre yapacaklarına, bu okullara bakarak karar vermektedirler; okul terkleri o kadar fazladır çünkü.
Uzamanlar bu tür okulların başarısızlığını bölgenin geri kalmışlığı ile açıklamaya çalışma eğilimindeyken reformistler tersini düşünmektedir: Bölgenin geri kalmışlığının nedeni bu tür yetersiz okullardır. Ülkemizdeki dezavantajlı ailelerin çocuklarının yeterli eğitim alamayıp az gelirli işlerde çalışmaları ve bu döngünün sürekli bir eşitsizliği üretmesi gibi. Tam bir “Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan?” paradoksu! Ama eğitimde eşitsizlik bir paradoks değil, gerçekliktir; ya yumurta kırılacak ya tavuk kesilecektir!
OLMAK İSTEDİĞİMİZ ÖĞRETMEN
Gandi’nin “Değişimi görmek istiyorsak değişimin kendisi olmalıyız!” düsturundan hareket eden anne veli Jamie Fitzpatrick, okulun standartlarının iyileştirilmesi için yılmadan yorulmadan velilerin, anne öğretmen Nona Alberts de öğretmenlerin en az yarısını örgütleyip onları okulun, giderek eğitimin değiştirilmesi mücadelesine katmaları gerekmektedir. Kapı kapı dolaşılır, bildiriler hazırlanıp dağıtılır, velilerin ilgisini çekmek için kapitalizmin reklam ve propaganda olanaklarından yararlanılır: Eğlenceler düzenlenir, festivaller yapılır, promosyonlar dağıtılır, mitingler örgütlenir… Sistemin izin verdiği ölçüde mücadele olanakları kullanılmaya çalışılır.
Anne öğretmen Nona’nın işi daha zordur. Öğretmenlerin, “Tenure” yasasının sağladığı güvencenin konforu altında harekete geçirilmesi, deveye hendek atlatmaktan kolay değildir. Öğretmenler odasında yalnız kalır Nona. Önce bir öğretmeni, sonra bir başkasını ikna eder ve sayı bir süre sonra hareketin önderlerine rahat bir soluk aldırabilecek düzeye ulaşır. Sendikalı ve vicdanlı öğretmen, sendikasından gördüğü yardım ile yaşadıklarının rahatsız edici gerçekliği arasında sıkışır! Ama Nona’nın dayandığı etik, hiç de boş değildir: “Bu dönüşüm, bizim hep olmak istediğimiz öğretmen olma şansımız olabilir!”
“I”LAR NOKTALI “T”LER BİTİŞİK
Kamu okullarının üst organı Okul Konseyi üyelerinin çoğu, çocuğunu özel okullarda okutmakta, belki de bu nedenle, kendilerinin kontrolündeki okular için kıllarını kıpırdatmamaktadırlar! Okul için bir şeyler yapmak isteyenlerin önüne ciddi engeller çıkarmaktadırlar. Okul Konseyi’nin toplanabilmesi için yeterli sayıya ulaşsanız bile, Konsey bir yolunu bulup dilekçenizi geri çevirir. “I”ların noktalı “T”lerin birleşik olmaması, dilekçenin formatını uygunsuz kılar! Ve nihayet bizimkilerin dilekçeleri, “Özel Eğitim Harcamaları” kaleminin 431 Dolar olan miktarının 134 Dolar olarak yazılması nedeniyle reddedilir. Dramatik bir sahneyle Jamie Fitzpatrick durumu izah eder, neredeyse ağlamaklıdır: “Hata benim. Ben disleksiyim! Bunu şimdiye kadar hiç söylememiştim, çünkü okul kendimi aptal gibi hissettiriyordu!”
Konsey Başkanı dilekçeyi oylatır: Reformistlerin her seferinde gözlerini yaşartan “Evet”ler ve sendika başkanının ellerini patlatırcasına alkışladığı “Hayır”lar 3-3 eşittir. Konsey’in yedinci ve en yaşlı üyesi Bay King karar oyunu verecektir. Nefesler tutulur: “Okul başarısız.” diye söze başlar Bay King, “Uzun zamandır binlerce çocuk okuyup yazamadan, hesap yapamadan geçiyor… Adams’ı kurtaracak bir şeyler düşünmek istiyorum… Yapamazlar, eminim…” der ve noktayı koyar: “Ama bir yerden başlamalıyız… Evet!” Başkan sonucu açıklar: “Adams Ortaokulu, geleceğiniz tekrar başlıyor!”
Won’t Back Down, öğretmenlerin öğretmenliklerini, velilerin veliliklerini, sendikacıların sendikacılıklarını önyargısız gözden geçirmesi için bir fırsat. Bir de veli Jamie ve Öğretmen Nona örneğinde anne ve kadın duyarlığını, dayanışmasını teslim ve tebrik etmek için…
Tazelenmek iyidir!
Kaynak: