Vatan türkümüz, 101 yıldır bize “Korkma!” diyerek sömürgecilik karşısında ulusal bağımsızlığımızı korumak, iki ayağımız üstünde durabilmek görev ve cesaretini veriyor. Ulusumuz 101 yıl önce “Korkma!”dı, 101 yıl sonra da korkmayacaktır!

ULUSAL MARŞ NEDİR, NEYİ ANLATIR?

Ulus kültürel, devlet jeopolitik bir var oluştur. Ulus devletler varlık gerekçelerini ulusların belli bir coğrafyadaki egemenliklerinden alırlar ve ulusal devletlerin Fransız Devrimi’yle birlikte ortaya çıktığı genel kabuldür.  

Ulus devletlerin bağımsızlıklarını bayrakları ve ulusal marşları temsil eder. Ulusal marşların kökleri ise ilk çağlarda toplulukların birbirleriyle yaptıkları savaşlarda karşı tarafı itmek, korkutmak amacıyla yapılan kendi savaşçılarını isteklendirme ve yüreklendirme danslarına uzanır. Giderek sözlü ve besteli bir forma evrilen bu danslar, dinsel düşünüş dönemlerinin izlerini taşır. Tanrı’ya toplumun mutlak otoritesini koruma yakarısı birçoğunun ortak izleğidir. Ulusal marşların en eskisi, 18. yüzyılın ortalarından beri İngiltere’de kraliyet törenlerinde söylenen ve 1825’te ulusal marş ilan edilen “God Save the King Queen” (Tanrı Kralı, Kraliçeyi Korusun) adlı olanıdır.

Ulusal marşlar kanunlarla korunur; ama bu, tarihte sözleri veya bestesi değiştirilmiş ulusal marşlar yoktur anlamına gelmez. Ulusal marşlar, tarihsel süreç içinde dinsel söylemlerinden ulusal içeriklere ya da egemen siyasi gücün etkisi yönünde değişim geçirebilir. Örneğin Avusturya’nın 1797’deki ilk ulusal marşının sözleri “Gooterhalte Fransz den Kaiserin”dir (Tanrı İmparator Fransz’ı Korusun). Marşın bestecisi Haydn‘dır ve güftesi 1929’da “Almanya, Her Şeyin Üstünde Almanya” biçiminde dinsel bir yakarıştan ulusal bir gönence doğru değiştirilmiştir. Sovyetler Birliği’nin ulusal marşı olan “Gimn Sovetskogo Soyuza”, 1944`te uluslararası hareketi öven Enternasyonal marşının yerine kabul edilmiş ve Bolşevik Parti’sinin Sovyetler Birliği’ne adanmış marşıdır. Marş, Stalin’e atıfta bulunduğu bir dizesi nedeniyle Stalin’in ölümünden sonra bir süre sözsüz icra edilmiş, 1977’de marşa yeni sözler yazılmış ve marş da bu yeni sözlerle söylenmiştir.

İstiklal Marşı, Resmî Gazete’nin 21 Mart 1921 tarihli sayısında yayımlanmıştı

İSTİKLAL MARŞI’NIN YAZILMA SÜRECİ

Sözleri, Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü, ulusal bağımsızlığımızı henüz elde edemediğimiz bir dönemde, 1921’de yazılan “İstiklal Marşı”mız da zaman zaman içerdiği anlam, ama çoğu kez de bestesi bakımından eleştirilere uğradı. Prozodi hatalarını saptamak ve gidermek bestecilerin işi; ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki marşın sözlerinde  “ırk”, “hak”, “ezan” gibi kavramların bulunması, ulusal marşımızı ve yazarını gerici kılmaz. Ulusal kurtuluş savaşının olanca ateşiyle devam ettiği bir durumda bu kavramların “millet”“adalet”i ve “kurtuluşa çağrı”yı ifade ettiği açıktır.

12 Mart 2021 ulusal marşımızın yazılışının 100. yılıydı. TBMM’de partilerin ortak önerisi, vekillerin imzaları ile 2021 yılı “Mehmet Akif ve İstiklal Marşı Yılı” olarak kabul edildi. Ulusal marşımızın yazılma serüveni biliniyor: 25 Ekim 1920’de Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde millî marş yarışması yapılacağı ve yarışmada seçilecek esere 500 lira ödül verileceği duyuruldu. Birçok şair Mehmet Akif gibi büyük bir şair varken kendilerinin yarışmaya katılmasının doğru olmayacağını düşünürken, Mehmet Akif de yarışmaya ödül konulduğu için katılmak istemedi. Ödül sorunu uygun bir biçimde çözülünce Akif, marşın sözlerini 10 gün içinde yazdı. 17 Şubat 1921’de Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan “İstiklal Marşı”, 1 Mart 1921’de Hamdullah Suphi tarafından Meclis’te okundu ve görüşmeler sonunda 12 Mart 1921’de ulusal marş olarak kabul edildi. Edilince de Mehmet Akif Ersoy, bu marş benim değil, bütün bir ulusundur diyerek şiirlerini topladığı Safahat’ına İstiklal Marşı’nı koymadı.

Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936)

 Fransız Devrimi’nin temel değerlerinden olan ulus ve ulusal devletlerin sömürgecilik sürecinde emperyalizme karşı direnmelerinde ruhsal güç kaynağı olan ulusal marşlar, günümüzde ulus devletlerin bağımsızlığını temsil eden birer simgedirler. Simgeler, birer gösterge olarak gösterilenleri olan söz ve besteleriyle aralarında bulunan birebir nedensellik ilişkisiyle değil, ulusal bir uzlaşmaya dayanan “bağımsızlık” üst anlamıyla önemlidirler.

Mehmet Âkif Ersoy, Kuvayı Milliyeci’ydi

1921’den 1923’te ilan edilecek Cumhuriyet’i değilse de bağımsız bir ulus devleti müjdeleyen “İstiklal Marşı”mız, içeriği ve taşıdığı mesajlar açısından da yazıldığı dönemin zorlukları ve zorunlulukları içinde değerlendirilmelidir. Ulusal marşlar devrimci marşlardır, bizim ulusal marşımız olan İstiklal Marşı da devrimcidir. Bağımsızlık mücadelesindeki yüreklendirici etkisiyle ve bugün de bağımsızlığımızın sembolü olmasıyla hiçbir yurtseverin vaz geçemeyeceği bir öz güç kaynağıdır.

İslami hassasiyetleri nedeniyle kurtuluştan sonra neler gelebileceği konusunda çok net olmayan Akif, bu konuda tereddüt içindeydi; ama bağımsızlık konusunda tavizsizdi. Onu Kuvayı Milliyeci‘lerle birleştiren de bu duruşuydu. Evet, Akif Milli Edebiyat’a katılmadı, ama olanca varlığıyla milli mücadelenin içinde yer aldı.

İSTİKLAL MARŞI’NIN ESTETİĞİ

İstiklal Marşı, 4 dizelik 9, 5 dizelik 1 bentten, toplam 41 dizeden oluşan bir manzumedir. Rahat bir söyleyişin tam, zengin ve yer yer tunç uyaklarla örüldüğü manzumenin ilk 9 bendinin ve son bendinin dördüncü dizesi dışındaki dizelerin bentler içinde birbirleriyle uyaklandığı düz uyak şemasıyla örülmüş; yani 41 dizeden sadece biri diğerleriyle uyaklı değildir. Bu durum, manzumenin bütününde oluşan uyak düzeninde beklenmedik bir farklılaşma yaratır ve bu ani farklılaşma, son iki dizenin daha güçlü bir sesle vurgulanmasına ve sözdeki anlamın altının kalınca çizilmesine olanak verir.

Türk dilini, Arap edebiyatının vezni olan, bu nedenle Arapça sözcüklerin uzun ve kısa hecelerine göre biçimlenen aruz ölçüsüne en iyi uygulayan üç şairimizden biridir Mehmet Akif Ersoy. Şair, İstiklal Marşı’nın sözlerini aruz vezninin “fâ i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün” kalıbının tef’ilelerine pek az ulama kusuruyla uygulamayı başarmıştır. 15 hecelik dizelerin 7 – 8 hecelik iki bölümde okunabilmeye uygun bir aruz kalıbının tercih edilmesi, manzumenin epik bir tarzda seslendirilebilmesini de kolaylaştırıyor. Ancak marşın Osman Zeki Üngör tarafından yazılan bestesi, topluca söyleme zorluğu yarattığı gerekçesi ve beste diksiyonunda zorluklar nedeniyle eleştirilmiştir.

İstiklal Marşı’nı Osman Zeki Üngör bestelemişti

Dönemin aydınları içinde halkçı ve bağımsızlıkçı tavrıyla öne çıkan Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nın sözlerini duru, temiz bir halk Türkçesiyle yazmıştır. Sözlerde, bireysel bir yaratı algısı oluşturmayacak biçimde çok anlamlılığa ve kişisel çağrışımlara yer vermemiştir. Bu, aynı zamanda onun usta bir manzumeci olmasıyla da ilgilidir. Marşın sözlerinin yazılma sürecinde Akif’in temel meselesi, ulusun ortak bir ülküde birleştirilmesi ve cephenin manevi olarak tahkim edilmesidir. Bu da ortak duyarlıklar yaratıp onları güçlendirmekle olanaklıdır.

İSTİKLAL MARŞI’NIN DİLİ

“Kahraman ordumuza…” ithaf edilen İstiklal Marşı’nda bu saydığımız gerekçelerle, şiir estetiğinin sıkça başvurduğu alışılmamış bağdaştırmalara ve dilsel sapmalara yer verilmemiştir. Esasen şiir dili diyerek standart dilin anlamlandırma olanaklarının dışına çıkmak, Mehmet Akif’in poetikasına da aykırıdır. Bazen cephede savaşan askerimize, bazen bayrağımıza ve bazen de ulusun tüm bireylerine seslenen manzumede “şafak”, “ocak”, “hilal” gibi lirizmi kendinde yüklü simgelere sıkça yer veren Akif, destansı bir kahramanlığı betimlemiştir. “Korkma!” diye seslendiği asker, “Çehreni çatma!” dediği bayrak ve “Arkadaş!” diye uyardığı ulusu ortak bir duyguda birleştirmek ister.

Bu destansı anlatımında, beklendiği üzere, “Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”, “O zaman yükselerek arşa değer, belki, başım.” “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!” gibi mübalağa sanatına sıkça yer veren Mehmet Akif, bu yolla manzumede seslendiği ulusunu yüreklendirmek, Batılı işgalciler karşısında ona kurtuluş inancı vermek istemektedir. Bunun yanında “Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”, ‘’Medeniyet’ dediğin tek dişi kalmış canavar”, “Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.” örneklerindeki gibi düz anlamlı benzetmelere başvurması, ulusun bilincinde yaratmak istediği özgüvenin gücüyle ilgilidir.

Mehmet Akif Ersoy, ulusun kültürel algısında en küçük bir kuşkuya, sallantıya yer vermeyecek biçimde edebi sanatlardan yararlanır ve imge yaratmak yerine simgeleri etkili bir biçimde kullanmayı seçer. Özellikle eğretilemede ortaya çıkabilecek anlam kaymalarının önüne “şafak”, yıldız”, “zincir vurmak” gibi gösterileniyle doğrudan ilgili gösterenler kullanır. Aynı tutum, düz değişmecelerde de görülür: “ocak”, “kefensiz yatan”, “hilal”, “garb”

Cumhuriyeti Biz Böyle Kazandık, 29 Ekim 1933, Uşak (Fotoğraf: Hüsnü Kazım Özler)

Emperyalizm çağında ulusal marşlar, ezilen ulusların bağımsızlık mücadelelerinde bütünü oluşturan parçaların kültürel yapıştırıcılarıdır. Bu nedenle bireysel değil, ortak dilin ürünüdürler; estetik kaygılarla değil, bağımsızlık için cesaret ve kahramanlık duygularıyla yazılırlar. Yazılırlar dediğimiz, masa başında değil, mücadele içinde yaratılırlar. Vatan türkümüzün 101 yıldır bize “Korkma!” diyerek vurgulamakta olduğu, bağımsızlığımızın öneminden başka bir şey değildir.

Ulusumuz 101 yıl önce “Korkma!”dı, 101 yıl sonra da korkmayacaktır!

Kaynak: https://mustafapala.blog/2022/03/11/istiklal-marsinin-100-yili/#more-1255

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir